TÜRK SİNEMA TARİHİ
HAZIRLIK DÖNEMİ – (1896-1914)
Modernleşme çabaları 18. yüzyıldan sonra Osmanlı aydınlarını ve devlet adamlarını meşgul eden en önemli hususlardan biridir. 1908 yılında 2. Meşrutiyet’in ilanıyla birlikte değişen siyasi atmosfer artık bir sektör haline gelmiş sinemayı da etkiler. TBMM’nin tekrar açılması ile Padişahın bazı yetkilerinin kısıtlanmış olması burada önem arz etmektedir.
Dünyada halka açık ilk film gösteriminin Paris’te Lumière Kardeşler tarafından ilk defa gerçekleştirmesinden hemen hemen bir sene sonra Osmanlı ilk defa sinemayla, daha doğrusu onun en ilkel haliyle tanışır. “Lumière” operatörleri aracılığıyla Osmanlı’ya gelen sinematograf aygıtı ile birlikte ilk sinema gösterimleri Osmanlı Sarayı’nda bulunan ve belirlenen ilk verilere göre 1896 yılında yapılmıştır.
Halka açık ilk film gösterimi İstanbul’un en “Avrupai” mahallesinde, Pera’daki ünlü Sponeck birahanesinde 1897 tarihinde gerçekleşir. Buna karşın 1896 tarihinde ilk gösterimin İzmir’de gerçekleştiği de bazı yazarlar tarafından iddia edilmektedir (Ahenk Gazetesi).
Bu filmler ilk olarak Osmanlıda yaşayan ve adeta ara bir sınıf özelliği taşıyan Levantenlere gösterilir. Levantenler genellikle, deniz ticareti yapan Akdeniz ülkelerinden (Venedik, Genova, Ragusa), ticaret ile uğraşan diğer ülke ve şehirlerden (Amsterdam) ya da İtalya ve Fransa gibi Devletler’ den gelip, çoğunlukla İzmir ve İstanbul'a yerleşmişlerdir. Bunlara tatlı su frengi de denilmektedir. Ticaretle uğraşmaları ile birlikte tercümanlık faaliyetleri de yürütürlerdi. Konsolosluk ve elçiliklere sarayla ilişkilerinde de nu bakımdan yardımcı olan bir zümreydi. Eğlence kültürü Levantenlerde yerleşmiş bir olgudur ve sinema da eğlence içermektedir. Bu bakımdan Osmanlı’ya da sinemayı ilk kez Levantenler getirmiştir.
Bir müddet Avrupa’dan gelen filmler, belirli bir sinema salonu harici çeşitli mekanların düzenlenmesiyle halka gösterilir. O dönemdeki filmler genellikle güldürüye yöneliktir, sessizdir ve kısa metrajlıdır.
Osmanlının geleneksel eğlence kültürü içerisinde orta oyunu, Karagöz, meddahlık gibi kadim sayılacak nitelikle argümanların var olması o dönem halkın sinemaya olan direncini hafifletmiş ve hatta daha kolay kanıksamasını sağlamıştır. Sinemanın, fotoğrafın hareketli hali olması da nihayetinde kabullenmeyi kolaylaştıran bir özellikti. Toplumlar genel olarak yeniliklere ilk aşamada sert nitelikte tepkiler verebilir, kabullenme safhasını ağır şekilde ilerletebilirler. Bu bakımdan Osmanlı’da sinema geleneksel eğlence kültürüne dair izleri yoğun şekilde taşıması sebebi ile fazla bir dirence maruz kalmadan kabullenilmiştir.
Bir süre Levantenlerin seyirci kitlesini oluşturmasından sonra sinema Osmanlı halkına da yayılmaya başlamıştır. Romen uyruklu Polonya asıllı Sigmund Weinberg aracılığıyla gerçekleşen halka açık ilk film gösterimiyle birlikte, sinema halk arasında yayılmaya başlamıştır.
İlk gösterimlerde hayattaki gerçek kesitler kayda alınarak seyirciye gösteriliyordu. Bir olgu filme alınarak izlettiriliyordu. Kurgusal gösterim yoktu. İlk filmler bazı görsellerin arka arkaya gösterimi ile seyircilere gösteriliyordu. Birahane, kafe, tiyatro salonu gibi yerlerde bu gösterimler gerçekleşiyordu. Gösterimlerde kişi sayısı sınırlı idi ve daha çok Galata, Pera, Beyoğlu gibi Levantenlerin yoğun yaşadığı yerlerde gösterimler gerçekleşiyordu.
İlk dönemlerde filmlerle ilgili afişler genellikle yabancı dilde idi ve bu sebeple halka çok ulaşmıyordu gösterimler. Sabit bir yer olmaması nedeniyle gösterimler seyyar olarak gerçekleştiriliyordu.
Osmanlı sinemayla tanışır tanışmasına ancak bir sorun vardır. O dönem sinema filmlerindeki hareketli görüntüleri kaydeden nitrat tabanlı filmler, bir hayli yanıcı olduğu için filmlerin gösterimi sırasında yangın çıkma ihtimali yüksektir. Nitekim evhamlarıyla namlı padişah II. Abdülhamid kendi sarayında yangın çıkmasından çekindiği için elektrik tesisatını Yıldız Sarayından evvel kendi konağına döşenmesini buyurduğu dönemin Mabeyn Başkatibi İzzet Paşa’nın konağında gerçekleştirilen ilk sinema seyri sırasında nitrat filminden dolayı yangın çıkar ve konak iki saat içerisinde kül olmuştur. İşte bu yangın olayından dolayı 2. Abdülhamit’in elektrik konusunda çekinceleri sebebi ile sinema yerleşik hale hemen gelememiştir. Bu bakımdan sinemanın yerleşik hale geçmesindeki gecikmenin nedeni olası yangınlar olmuştur.
1908 yılında Sigmund Weinberg tarafından İstanbul’un ilk yerleşik ve sürekli sineması Tepebaşı’nda, Cinema Pathe adıyla açılmıştır 1908 yılında Sigmund Weinberg adında Pera’da fotoğraf malzemeleri satan bir Levanten’in Tepebaşı’ndaki (şimdilerde TRT’nin bulunduğu arsada) Belediye Tiyatrosu’nu, yerleşik bir sinema salonuna dönüştürmesiyle bu durum gerçekleşir. Bunda 2. Meşrutiyetin ilanının da etkisi büyüktür.
İstanbul, İzmir gibi büyük iller haricinde bulunan taşra niteliğindeki yerlerde de elektrik ile birlikte sinema yerleşmeye başlamıştır.
Süreç içerisinde yerleşik sinema salonları açılmaya başlamıştır. Bu şekilde sabit sinemalarla İstanbul’da yerleşik bir sinema kültürü oluşmaya başlamıştır. Bu dönemde İstanbul temalı filmlerde yer almaktaydı.
Bu dönemdeki filmlerin genel özellikleri; dokümanter/belgesel tarzında idiler, sessizdiler, kurguları yoktu, konuları yoktu. Görüntüleme ve gösterme üzerine çekilmiş filmlerdi.
Bu dönemde sinema salonları ve bu salonlarda gösterilen tüm filmler yabancılara ait idi. 1914 tarihinde ilk milli sinema salonu Murat ve Cevat Beyler tarafından açılmıştır. Sonraki süreçte de milli sinemalar açılmaya devam etse de film yapımı bir süre daha gerçekleştirilememiştir.
Enver Paşa, sinemanın yaygınlaşması ve profesyonellerce yapılması için çeşitli girişimlerde bulunur. İlk sinemayı kuran Sigmund Weinberg’e ve İstanbul Sultanisinde (İstanbul Erkek Lisesi) öğrenci olduğu yıllarda onun tedrisatından geçen Fuat Özkınay’a Osmanlı ordusunda da böyle bir kol kurulması ve sinemanın siyasi bir mecra olmasının sağlanması görevini verir. Özkınay’ın çektiği belge filmi Ayestefonos’ta Rus Abidesi’nin Yıkılışı işte böyle bir görevin ürünüdür.
Ruslar tarafından Yeşilköy'de zafer anıtı olarak inşa edilen Ayastefanos anıtının Osmanlı tarafından yıkılışını kayıt altına alan Fuat Uzkınay, ilk Türk filmini çekmiş oldu. 14 Kasım 1914 tarihinde çekilen 'Ayastefanos'taki Rus Abidesinin Yıkılışı' isimli film Türk sinema tarihinin başlangıcı kabul edildi. Her ne kadar Türkiye’de çekilen ilk sinema filmi olduğu pek çok kaynakta iddia edilse de, aslında Türkiye’de çekilen ilk sinema filmi Manaki Kardeşlerin 1905 yılında çektikleri Dokumacılar isimli filmi olduğunu iddia eden yazarlar da bulunmaktadır. Filme ilişkin bir belge bulunamadığı ve yapanların Türk kökenli olmadıkları için ilk film sayılmamaktadır.
Sinemanın Osmanlıya geldiği ilk tarih olan 1896 tarihi ile 'Ayastefanos'taki Rus Abidesinin Yıkılışı' isimli filminin 1914 tarihinde çekilmesi tarihleri arası birçok yazar tarafından olmasa da bazı yazarlar tarafından (Metin Erksan) Türk sinemasının hazırlık dönemi olarak kabul edilmektedir.
Türk sinemasının hazırlık döneminde ortaya çıkan özellikler;
Sinema olgusu İstanbul, İzmir, Selanik gibi belli şehirlerde ortaya çıkmıştır. (Bunda Levantenler ve elektrik olguları önemlidir.)
Bu dönemde sinema gösterimleri yerleşik ve düzenli olarak gerçekleştirilememiştir. Gezici ve düzensiz şekilde yapılan gösterimlerdir.
Film içerik ve üretimi bakımından tamamen yabancıları elindedir. (ülkenin içinde bulunduğu savaş ortamının da buna etkisi büyüktür.)
Sinema diğer temaşa sanatları ile uyumlu ve iç içedir. (Fotoğraf gibi.)
Sinema bir yenilik olmasına karşın fazla direnç görmeden kolay benimsenmiştir. (Geleneksel eğlence kültürü ile uyumlu olması bunun en önemli sebeplerindendir)
İLK GEÇİŞ DÖNEMİ – (1914-1922)
Fuat Uzkınay’ın çektiği “Ayastefanos’taki Rus Abidesinin Yıkılışı” isimli belgeselin, Türk sinema tarihinin ilk eseri olduğu varsayılmaktadır. Varsayım olmasının nedeni ise, eserin hiçbir kopyasının günümüze ulaşamamasıdır.
İlk konulu Türk filmi “Leblebici Horhor Ağa” olacakken, başrol oyuncularından birinin ölmesi üzerine çekimler yarıda kalmıştır. İkinci deneme, 1914 yılında çekimlerine başlanan “Himmet Ağa’nın İzdivacı” ise 1. Dünya savaşı patlak verip, filmin oyuncuları askere alınınca ancak 1918 senesinde gösterime girebilmiştir.
Bu iki denemenin şansızlığı, ilk konulu Türk filminin ‘Pençe ve Casus’ olmasını sağlamıştır. 1917 yılında çekilen Pençe ve Casus’un senaristi ve yönetmeni Sedat Semavi’dir
Türk sinema tarihinin sansüre uğrayan ilk filmi ise, Mürebbiye’dir. Sansür nedeni, “Bir Fransız kızının, bu şekilde ahlaksızca gösterilemeyeceği, Anjel’in şahsında Fransızların küçük düşürülmesi” olarak verilecektir.
Türk sinema tarihinin ilk komedi filmi ise, 1917 yapımı “Bican Efendi Vekilharç” isimli eserdir.
Muhsin Ertuğrul ile Türk sineması farklı bir evrilme yaşayacaktır.
Muhsin Ertuğrul Geçiş Dönemi Filmleri
Samson (Istırap) 1919 (Almaya)
Şeytana Tapanlar 1920 (Almaya)
Ölüm Kervanı 1920 (Almaya)
TİYATROCULAR DÖNEMİ - (1922-1939)
Kemal Film
Nur Baba / Boğaziçi Esrarı 1922 (Film yarım kalır diğer adla tamamlanır. Yakup Kadri’nin eserinden uyarlamadır.)
Ateşten Gömlek 1923 (İlk kez Müslüman kadınlar oynuyor, Halide Edip’in eserinden uyarlanıyor, ilk Kurtuluş Savaşı filmidir.)
Sözde Kızlar 1924 (Peyami Safa’nın eserinden uyarlanmıştır)
Rusya Dönemi (1925-1928)
Spartakus 1926 ((Sovyetler Birliği) Rusya’da çektiği filmlerdendir.)
5 Dakika 1926 ((Sovyetler Birliği) Rusya’da çektiği filmlerdendir.)
Tamilla 1927 ((Sovyetler Birliği) Rusya’da çektiği filmlerdendir. Antalya Film Festivali’nde gösterilecek 26 Ekim 1019)
Bir Sigara Yüzünden 1928 (Türkiye)
İpek Film (1929-1934)
Ankara Postası 1928 (İpekçilerin ilk filmidir ve 1929 da tamamlanır)
Kaçakçılar 1929 (Trafik kazası olur, film 1932 yılında tamamlanır)
İstanbul Sokaklarında 1931 (İlk sesli ve ortak yapım(Türk, Mısır, Yunan) filmdir.)
Bir Millet Uyanıyor 1932 (prototip bir filmdir, milli öneme sahiptir.)
Opera-Vodvil Dönemi (Müzikal) (Bu dönem daha çok sanatsal ve estetik kaygılarla değil, ticari saiklerle filmler çekiliyor)
Mineli Kuş 1932 (opera ve vodvil)
Karım Beni Aldatırsa 1933 (Türkiye’nin ilk Güzellik Kraliçesi Feriha Tevfik oynamıştır. İlk müzikli filmdir, 1932 yılında çekilmeye başlanıyor. opera ve vodvil)
Naşit Dolandırıcı 1933 (opera ve vodvil)
Söz Bir Allah Bir 1933 (opera ve vodvil)
Leblebici Horhor 1933 (1895 ‘te operet olarak, 1923’te Kemal Filmde çekiliyor tutmuyor-İpek Filmde de tutmuyor. opera ve vodvil)
Cici Berber 1933(opera ve vodvil. Diğer müzikal filmlere nazaran daha çok izleniyor. Senaryo Nazım Hikmet’indir.)
Fena Yol 1933 (opera ve vodvil. İkinci ortak (Türk, Yunan) yapımdır.)
Milyon Avcıları 1934 (opera ve vodvil. Senaryo Nazım Hikmet’indir.)
Musin Ertuğrul’un Kendi Sineması
Aysel Bataklı Damın Kızı 1934 (Yıldız oyuncu ilk kez ortaya çıkıyor, Cahide Sonku. Film başyapıttır. Kendi şirketi kurduktan sonra çekmiştir.)
Aynaroz Kadısı 1938
Allah'ın Cenneti 1939
Bir Kavuk Devrildi 1939
Tosun Paşa 1939
Muhsin Ertuğrul’un Sinema Dönemi
Muhsin Ertuğrul (d. 28 Şubat 1892, İstanbul - ö. 29 Nisan 1979, İstanbul) Türk yönetmen, oyuncu, yapımcıdır. Hem tiyatro hem de sinema alanında Türkiye'de ilk önemli katkıları gerçekleştirmiştir.
1911 yılında Paris’e giden Ertuğrul, modern Batı tiyatrosunu menbaında gözlemleme imkânı bulur. 1912 yılında İstanbul’a gelir ve Hamlet’i ilk kez sahneye koyan kişi olur. Ertuğrul, 1913 yılının Aralık ayında Paris’e döner.
Muhsin Ertuğrul, 1916 yılında ilk kez Almanya’ya gider; gündüzleri sinema stüdyolarında, geceleri de tiyatroda çalışır. Tekrar ülkeye döner. 1918 – 1921 tarihleri arasında Tekrar Berlin’ gider.
Almanya’da ciddi bir yönetmenlik tecrübesi yaşayan Muhsin Ertuğrul orada kendi şirketini kurar ve 1920’de dört tane uzun metrajlı film çeker: Samson, Kara Lale Bayramı, Şeytana Tapanlar, Ölüm Kervanı.
Özellikle senaristliğini, yönetmenliğini ve başrol oyunculuğunu üstlendiği Samson (1919) filminde gösterdiği çaba Berlin’de tartışma konusu olur.
Ertuğrul, Almanya’daki film çalışmalarının ardından İstanbul’a döner. Kemal Film ile irtibat kurar. O güne dek film ithalatçılığı yapan Kemal Film’in yerli film işine girmesi ile birlikte Türk sinemasında yeni bir dönem başlar.
Muhsin Ertuğrul’un Kemal Film Dönemi (1922-1928)
Tiyatrocular Dönemi de burada başlamaktadır. (1922)
Muhsin Ertuğrul, Kemal Film adına çevirdiği ilk film olan İstanbul’da Bir Facia-i Aşk’tır (1922). Bu filmin çekimleri sırasında hiç deneme çekimi yapmadan işe girişmişlerdir.
Ertuğrul, Yakup Kadri’nin Nur Baba (1922) romanını filme almaya karar verir. Roman, tekkesini güzel kadınları tuzağa düşürmek için kullanan istismarcı bir Bektaşi Şeyhi’nin hikâyesini anlatmaktadır. Ne var ki filmin Eyüp’teki çekimleri olaylı başlar. Romanın filme alındığını duyan Bektaşiler seti basarlar. Filmin Ermeni asıllı başrol oyuncusu canını zor kurtarır ve bir daha da filmde oynamayı reddeder. Onun rolünü Muhsin Ertuğrul üstlenir. Filmin çekimi polis gözetiminde tamamlanır ve gösterimi ancak İstanbul’un kurtuluşu sonrasında Boğaziçi Esrarı (1922) adıyla gerçekleşir.
Muhsin Ertuğrul, 1923 yılında birbiri ardına üç film çeker. İlki Halide Edip’ten uyarladığı Cumhuriyetin ilanına o güne dek çevrilmiş en iyi öykülü film olan Ateşten Gömlek’tir. Ateşten Gömlek, Kurtuluş Savaşı’nı konu alan ilk filmdir.
Müslüman kadınların ilk kez kamera önüne geçtikleri film olma özelliğini de taşımaktadır. Bu anlamda, kadınların erkeklerle birlikte sahneye çıkması ve bir sinema filminde oynaması devrimci nitelikte olaylardır.
Muhsin Ertuğrul, Ateşten Gömlek’ten sonra aynı yıl iki film daha çeker: Leblebici Horhor (1923) ve Kız Kulesinde Bir Facia (1923). Leblebici Horhor filmi sahnede yakaladığı başarıyı perdede yakalayamaz.
Muhsin Ertuğrul, 1924 yılında tek filmle yetinir. Türk edebiyatının ünlü yazarlarından Peyami Safa’nın aynı adlı romanından uyarlanan Sözde Kızlar’ı çeker.
1924’te İsveç’te bulunur.
Muhsin Ertuğrul, 1925 yılında Sovyetler Birliği’ne gider ve orada üç film çeker: Tamilla (1927), Spartakus (1926) ve 5 Dakika (1926). Burada 1925-1928 yılları arasında kalır.
Muhsin Ertuğrul’un İpek Film Dönemi (1929-1934)
Rusya dönüşü Muhsin Ertuğrul’un sinemacılık macerası İpek Film için gerçekleştirdiği yapımlarla sürer. İpekçiler, aslında film ve fotoğraf malzemeleri ithalatçısıdır. 1920 yılında sinema işletmeciliğine başlayan İpekçiler, 1928 yılında İpek Film’i kurarak yapımcılığa soyunurlar. Muhsin Ertuğrul, Türk sinemasının ikinci özel yapımevi olan İpek Film’le birçok ilke imza atar: İlk sesli film, ilk ortak yapım, ilk şarkılı film gibi ilkler Ertuğrul tarafından gerçekleştirilir.
Muhsin Ertuğrul, İpekçiler Dönemi’nin ilk filmi olan Ankara Postası’nın yapımını 1929’da bitirir.
Muhsin Ertuğrul, 1929 yılında Kaçakçılar filminin çekimlerine başlar. Oyuncuların geçirdiği trafik kazası nedeniyle Kaçakçılar filminin çekimleri ancak 1932 yılında tamamlanır.
Muhsin Ertuğrul da İstanbul Sokaklarında (1931) filmini sesli olarak çeker. Bu film aynı zamanda bir Türk, Mısır ve Yunan ortak yapımı olarak gerçekleştirilir. Bu filmin seslendirme işlemleri Paris’teki Espinay stüdyolarında tamamlanır. İlk sesli Türk filmi ve ilk ortak yapım olarak kabul edilen İstanbul Sokaklarında filmi tantanalı bir tanıtımla 2 Aralık 1931 yılında Elhamra ve Melek sinemalarında gösterime girer.
Bir Millet Uyanıyor (1932) filmi, sinema tarihçileri tarafından Muhsin Ertuğrul’un en önemli filmi kabul edilir. Kurtuluş Savaşı’nı konu alır. Filmde ilk kez Darülbedayi oyuncuları dışında oyuncular yer almıştır. Filmin sonunda Kurtuluş Savaşı’na dair belge filmleri eklenmiştir. Filmin en önemli özelliği Mustafa Kemal Atatürk’ün Nutuk eserini okuyarak filmde yer almasıdır.
Muhsin Ertuğrul’un 1932 yazında çekimine başladığı bir diğer film Karım Beni Aldatırsa’dır. İlk müzikal filmdir. Opera ve vodvil tarzının işlendiği filmler bu döneme damgasını vurur. Aynı yıl, sinemada sesli filmlerin yanı sıra şarkılı filmler de moda olmuştur. Bu eğilim tiyatro temsillerinde etkili olmuş ve Şehir Tiyatrosu’nda Yalova Türküsü ile başlayan operet temsilleri büyük rağbet görmüştür.
Muhsin Ertuğrul’un ciddi ve kaliteli yapımlara duyduğu eğilime rağmen daha geniş bir seyirci kitlesine ulaşabilmek için operetlerin devamına karar verir. Ticari kaygılar bu dönemde daha öne çıkmıştır. Nitekim bu dönemde İpek Film de operet filmlerine ağırlık verilmesini istemiş ve Ertuğrul 1933 yılında Söz Bir Allah Bir ile Cici Berber filmlerini çekmiştir.
Cici Berber adlı müzikli vodvilin senaryosunu Mümtaz Osman takma adıyla Nazım Hikmet yazmıştır. Muhsin Ertuğrul, bu dönemde Türkiye ve Yunanistan işbirliği ile yine çok uluslu ortak bir yapım olan Fena Yol’u (O Kakos Dhromos) (1933) çeker. Ertuğrul’un filmografisi içinde Nazım Hikmet’in imzasını taşıyan senaryolardan biri de Milyon Avcıları (1934) olur.
Ertuğrul’un 1923 yılında Kemal Film döneminde uyarladığı Dikran Çuhacıyan’ın Leblebici Horhor opereti (1895), 1934 yılında İpek Film’in yapımcılığında bu kez sesli olarak çekilir. Film geçmişteki başarısızlığını tekrarlar ve gişe gelirinin maliyetin çok gerisinde kalır. Buna rağmen Leblebici Horhor, Türk sinema tarihinde yurt dışından ödül kazanan ilk film olur. 2. Uluslararası Venedik Film Şenliği’ne katılan film onur diploması alır.
Ertuğrul, 1934 yılında Aysel, Bataklı Damın Kızı filmini çeker. Cahide Sonku ile yıldız oyuncu dönemi başlar. İlk köy filmidir ve Türk sinemasında ki ilk melodramdır.
Muhsin Ertuğrul’un İpekçiler dönemindeki tekeli Musahipzade Celâl’in oyunlarından uyarlanan Aynaroz Kadısı (1938) ile Bir Kavuk Devrildi (1939); Ziya Şakir Sado’nun eserinden uyarlanan Allah’ın Cenneti (1939), Jean de Letraz’in Bichon adlı oyunundan uyarlanan Tosun Paşa (1939) filmleri ile sona erer.
Sinemadaki tiyatrocu hegemonyası, birçok yazarın kabulü ile 1939 yılında Faruk Kenç’in çektiği Taş Parçası filmiyle sona erer.
Tiyatrocular Döneminin Öne Çıkan Özellikleri
- Bu dönemde Muhsin Ertuğrul yaptığı filmlerde, genellikle İstanbul Devlet Tiyatrosu oyuncularına rol vermiş, sahnede kullanılan dekorları film setlerinde de kullanmıştır. Tiyatroyu kamera önüne taşımıştır.
- Sanatçı, gerçek sanat olarak tiyatroyu görmesi ve sinemayı bu noktada sadece bir araç olarak kullanması nedeniyle eleştirilir.
- Tiyatrocular Dönemi’nin oyuncuları tiyatrocu, oyunları tiyatrovaridir. Filmler ağırlıklı olarak uyarlamalar ve yabancı etkili öykülerden yapılmıştır.
- Tiyatrocular dönemi Türk sinemasında ilklerin dönemidir. Amacı kitlelere ulaşmak olduğu için basit ve popüler anlatım kalıpları benimsenmiştir. Sinema halk tarafından sevilmiş fakat sanat olarak gelişememiştir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder