8 Kasım 2019 Cuma

“Bir Millet Uyanıyor” ve “Aysel, Bataklı Damın Kızı” filmlerinin Muhsin Ertuğrul ve tiyatrocular dönemi bakımından ortak ve farklı yönleri ile özellikleri konularında değerlendirilmesi






“Bir Millet Uyanıyor” ve “Aysel, Bataklı Damın Kızı” filmlerinin Muhsin Ertuğrul ve tiyatrocular dönemi bakımından ortak ve farklı yönleri ile özellikleri konularında değerlendirilmesi yapılmadan önce her iki filmin anlatı yapısı, sinematografisi ve taşıdığı özellikleri her filmin ayrı ayrı konusu ile birlikte sunulmaya çalışılacaktır.

“Bir Millet Uyanıyor” Filminin Anlatı, Sinematografi Ve Dönemsel Özellikleri Bağlamında Değerlendirilmesi

1932 yılında Nizamettin Nazif Tepedelenlioğlu’nun senaryosundan uyarlanan, yönetmen yardımcılığını Nazım Hikmet’in yaptığı dönemin özelliklerini yansıtan özel bir filmdir. Kuvayımilliyeci subay Yüzbaşı Davud ve onun emir eri Onbaşı Tilki’nin İstanbul’un işgali sırasında işbirlikçi Said Molla ve Padişah’ın yaveri Feridun’a karşı verdikleri kahramanlık mücadelesi işlenmektedir.
Filmdeki dramatik yapı klasik anlatı tarzı ile genel olarak uyumludur.
Filmdeki anlatı kurgusunda sorunlar bulunmaktadır. Filmin başından sonuna kadar sahneler arasında ve film bütünlüğü açısından anlatım bütünlüğü tam olarak sağlanamamıştır. Film âdete seyirci zaten konuyu biliyor şeklinde ele alınmış ve çekilmiştir. Kurguda devamlılık vardır ama görsel ve anlatısal kurgu konusunda zayıflık mevcuttur.
Anadolu’da bulunan Kuvayımilliye mensup Yüzbaşı Davut ve emir eri Tilki yanındakilerle, önce Cephaneliğini basarak cephaneleri Kuvayımilliye mal eden birliğe katılırlar, sonra da İstanbul’da görevlendirilirler. Kadınlara saldıran işgal kuvvetleri mensuplarıyla ilgili olaylarda, gizli bir el olumlu rol oynamakta; bunalan vatandaşlara ve Milliscilere yardım etmektedir. Bu yardım eden kişinin daha sonra Yahya Kaptan olduğu ortaya çıkmaktadır.
Filmde okuldan çıkan öğretmen Nesrin'i Feridun görür ve ısrar ederek kız kardeşi Cavide'nin de bulunduğu evlerinde çaya alıkoyar. Bu sahnede okuldan çıkan çocuklar arasında özellikle kız çocuklarının da olması eğitimde eşitliğin ve özellikle kadınların topluma sosyal olarak kazandırma faaliyetleri bağlamında dönem için ilerici bir ideoloji içerdiği değerlendirilebilir.
Said Molla filmde yabancı güçlerle işbirliği yapan karakterdir. Peki gerçek Said Molla kimdir diye bakıldığında, Said Molla ile ilgili belgelere ve kayıtlara geçmiş olan bilgilerde: “Said Molla Osmanlı devlet adamı, Şûra-i Devlet üyesi, Adalet Bakanlığı Müsteşarı ve İngiliz ajanıdırşeklinde geçmektedir. Cumhuriyet’in kurulmasından önce kurulan cemiyetlerden birisi olan “İngiliz Muhipleri Cemiyeti” kurucusudur. İngiliz ajanı olan bu şahıs, çeşitli şekillerde halkı veya hükümet yetkililerini İngiliz sevgisi ile aşılamaya çalışan bir İngiliz muhibbidir. Said Molla ile alâkalı tarihî kaynaklarda pek çok ifadeler bulunmaktadır. O dönemde Mister Frew isimli rahiple olan yazışmaları, meclis yetkililerine attığı telgraf ve mektupları, bizzat Nutuk’ta ve Millet Meclisindeki konuşmalarında da ilân edildiği üzere, tarihe “vatan haini” olarak geçmiş bir şahıstır.
Sait Molla filmde dini bir lider olarak ele alınmıştır. Dini liderler Osmanlıdan ve hatta Selçukludan günümüze kadar insanları etki alanı alıp onları yönlendirme gücüne sahip kişilerdir. Sırf bunun kötüye kullanılacak bir vasfı olduğunu söylemek mümkün değildir. Ve hatta birçok zaman olumlu yönleri ile tarihte ortaya çıkmıştır da. Lakin Osmanlının son dönemleri ve Türkiye Cumhuriyeti’ni ilk dönemlerinde bir kısım dini liderler veya bu görünümde olanlar insanları dini duygularını istismarı bazen başkaları için kendi gayeleri adına araç veya amaç edinmişlerdir.
Filmin ele alındığı dönem itibari ile bu bilinmeyen bir gerçek değildi ve Sait Molla’nın bu filmde menfaati uğruna insanların dini duygularını kullanan bir rolü gerçek hali ile temsil ettiği aşikardır. Bu gerçekliğin üzerinde durulması dönemin bazı gerçeklerine işaret etmektedir. Filmin geçtiği zaman diliminden sekiz yıl sonra (1928) ‘devletin dininin İslam olduğu’ ibaresi anayasadan çıkarılmış yine filmin gösterim tarihinden (1932) beş yıl sonra da ‘laiklik’ ilkesinin 1937 tarihinde Anayasa’ya girmesi de bu bakımdan üzerinde durulmayı hak eden bir özellik olduğu yadsınamaz.
Filmde yabancı güçler, milli kimliğin ötekisi olarak Türk olmayan tüm özellikleri içlerinde barındırmaktadırlar. Bunun sonucunda da öldürülürler. Bir Millet Uyanıyor filminde işgal kuvvetlerinden bir askerin şarkı söylediği gerekçesiyle bir çocuğu önce dövüp sonra öldürmesinin intikamı Yahya Kaptan tarafından alınır. Yine Yahya Kaptan, başı kapalı kadınlara saldıran İngiliz askerlerini de öldürür. O dönem itibari ile ülkenin kurtulması amacıyla Türkçülük İslamcılık, Batıcılık ve Osmanlıcılık gibi yeni birçok fikir ortaya çıkmıştır. Filmin bu yönü ile Türkçülük yerine Osmanlılık vurgusu yaptığı değerlendirilebilirse de bir bütün olarak filmin Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluş felsefesi olan Türkçülük idealine sahip olduğu söylenebilir.
 Adapazarı’nda Millicilerin kurşuna dizilmek üzere, müfreze ile kışlada karanlık bir pasaj dan gün ışığına çıkışlarını gösteren sahne iyi bir açı ve hareketle çekilmiştir. Davut dışında ötekilerin gözleri bağlı olarak sağlam adımlarla yürümeleri olası olmasa da bu şekilde gösterilmiştir. Davut ve arkadaşları kurşuna dizilirlerken “Yaşasın İstiklal” diye bağırırlar. Bunu duyan görevli müfreze de onlara katılır. Ve ateş etmekten vazgeçerler.
Muhsin Ertuğrul’un sinema eğitim ve çalışmaları kapsamında gittiği ülkelerden biri de Rusya’dır. (1925-1928) Özellikle Rusya'daki deneyimlerini ve etkilendiği kimi filmlerin sahnelerini aynen kullanmakta bir sakınca görmemiştir. Bu filmde, vatanseverlerin kurşuna dizilmesi sahnesi esinlenerek yapılmıştır. Her iki filmde de bir taraf kurşuna dizilmiş olanlara ateş etmekten vazgeçerler ve olayların seyri değişir.
Filmin sonunda büyük taarruz ile ilgili belgeseller gösterilir bununla İzmir'in alınışı ile zaferin kesinleştiği vurgulanmaktadır.
Savaş ile anıların çok taze, savaşa katılanların henüz hayatta ve hükümetin ve ordunun bu tarz filmlere destek olduğu, Atatürk’ün bizzat kurtuluş filmi çekenlere görüntü verdiği, savaş meydanlarının savaş yıllarındaki özelliklerini koruduğu yıllarda çekilmiş bir filmdir ve milli duygular hamasi nitelikli sözlerle ön plana çıkarılarak işlenmiştir. Mustafa Kemal senaryoyu inceledikten sonra filmde görünmeyi kabul ederek Çankaya'da kamera karşısına geçmiş, nutkunun filme alınmasına izin vermiştir.
Filmin sonunda dış ses kullanımı ile anlatım kuvvetlendirilmiştir.
Filmin son kısmında Davut'la Nesrin'in zaferden sonra mutluluk içinde birbirlerine sarılmaları ile film beklenilen mutlu sonla bitmektedir.
Film genel olarak değerlendirildiğinde filmde adet olduğundan farklı olarak Şehir Tiyatrosu oyuncularından başka dışarıdan da oyuncu kullanılmış olması yani oyunculuğun daha az teatral oluşu dekorlu sahnelerde -tiyatro havası daha çok egemen olsa da- bir yenilik getirmiştir. Bazen yakın plândan ya da ayrıntılı plândan gerçekleştirilmiş çekimler de filmin olumlu yönlerindendir. Bu filmde, diğer filmlere bakınca, hareketlilik ve kurgu daha iyidir.
Bu durum açık hava sahnelerinde daha çok görülüyor; gerçekten bu gibi sahneler tiyatro öğelerinden daha çok arınmış bir durumdadır.
Filmde daha çok nesnel bir anlatı sınırlandırılmış ve sınırlandırılmamış öykü enformasyonu şeklinde işlenmiştir.

“Aysel, Bataklı Damın Kızı” Filminin Anlatı, Sinematografi Ve Dönemsel Özellikleri Bağlamında Değerlendirilmesi
Selma Legarlöf'un "Tösen Fran Stormyrtorpet" adlı öyküsüyle, İsveçli yönetmen Victor Sjöström'ün uyarladığı "Bataklık Kızı" filminden Hasan Cemil Çambeli’nin uyarladığı öyküyü Nazım Hikmet senaryolaştırırken Mümtaz Osman mahlasını kullanmıştır ve filmin yönetmeni Muhsin Ertuğrul’dur.
Filmdeki dramatik yapı klasik anlatı tarzı ile genel olarak uyumludur. Film başlangıç, çatışma gelişme ve sonuç bölümlerinden meydana gelmiştir. Aysel Satılmışzadelerin evinde çalışırken evin beyinden hamile kalır. Çocuğu için nafaka almak amacıyla çocuğun babasını dava eder. Mahkemedeki beklenmedik olgun ve dürüst tavrından duruşmaya katılanlar ve özellikle Ali etkilenir ve O’nu takdir ederler. Ali zengin bir kız ile nişanlıdır ve yakında onunla evlenecektir. Buraya kadar normal devam eden film meydana gelen çatışma kısmı ile gelişme aşamasına geçer.
Ali akşam katıldığı alkollü eğlencede Satılmışzadelerden evin beyi ile tartışır ve kendini sabah evinde bulur. Neden sonra tartıştığı kişinin bıçaklanarak öldüğünü öğrenir. Ve kendisi o gece neler olduğunu hatırlamaz, çakısı da bozulmuştur. Emin değildir lakin kendisinin bu cinayeti işlediğini düşünmektedir. Bundan sonraki süreç olayın aydınlanması ve Ali ile nişanlısı Gülsüm arasında geçenlerin mahiyeti ile ilgilidir. Burada da bir kırılma noktası ya da baht dönümü yaşanır. Gülsüm’ün babasının bu işi örtbas edeceği düşünülür iken kızın babası bu şartlar altında kızını Ali’ye veremeyeceğini söyler. Kız da babasını onaylar. Aşkı bir anda sönmüş gibidir Gülsüm’ün. Aysel’in haksızlığa uğramasına karşın yine de Ali’nin nişanlısına yardım etmesi çatışmanın çözümünde önemli rol oynamıştır. Ali’nin cinayeti işlediği şüphesi ile nişanlısı Gülsüm onu terk etmiştir. Ali’nin suçu işlemediği anlaşılmıştır.
Nihayetinde Ali zengin bir güzelin peşinden gitmemiş, kalbini dinleyerek fakir ama dürüst köylü kızı Aysel’i tercih etmiştir. Ali’nin nişanlısının dürüst davranması bunda şüphesiz etkili olmuştur. Beklenen bir sonla seyirci memnun edilmiştir. Film doğrunun ve gerçek aşkın zaferini vermesi bakımından etik mesajlar işleyerek sonlanmıştır.
Filmde neden sonuç ilişkisi birbirini takip etmiştir. Anlatısal nedensellikte tesadüfler yoktur. Anlatımlar geçişli ve bağlı olarak gerçekleşmiştir. Olay örgüsü ana karakterler Ali ve Aysel üzerinden anlatılmıştır. Toplumsal yararlar ön plana çıkarılmış ahlaki mesajlar verilmiştir. Seyircinin beklentileri karşılanmıştır.
Film, bir köyün görünümü uzak plan içeren çekimlerle başlıyor sonra genel plan çekimlerle sokaklara ve evlere iniyor. Cami minaresi kesiti ile özellikle Osmanlı zamanında yerleşimlerin camiler etrafında kurulduğu ve şekillendiği, bu yerin de böyle özellikte bir yer olduğu vurgulanıyor şeklinde değerlendirilebilir.
İlk sahnede boy çekimle mızıka çalan bir kişi sahnede yer alıyor. Yerel unsurların ön planda işlendiği bir film de Hollywood sinemasının özellikle western tür filmlerinde yerelliği vurgulamak için kullanılan enstrümantal, bu filmin ilk sahnesinde kullanılıyor ve bunu çalan kişiye ‘zırıltıyı bırak’ şeklinde sesleniliyor. Buradaki sahne ile filmin tamamen yerel, Anadolu kültürü ile bezenmiş bir eser olduğu, özgün ve muhafazakâr bir yapıda çekildiği mesajı olduğu değerlendirilebilir.
Filmde çalan ikinci müziğin sözlerinde Bursa geçmektedir, yine film sonunda çalan harmandalı müziği de ege yöresine has bir müziktir. Bu şekilde müzikler ve filmin yerelliği uyumlu halde yerelleştirilmiştir.
Ali’nin şehre inmek için yola çıktığında köy içinden üzerinde bulunduğu at arabası ile geçerken ‘kahya’ diye hitap ettiği kişi ile selamlaştığı ve bu kişinin eşek üzerinde gidiyor olması sahnesinde köydeki statü farkı yansıtılmaktadır.
Aysel ile Ali’nin birlikte at arabası ile şehre gittikleri sahnede diyaloglar esnasında öznel çekime yakıma yöntem kullanılmıştır. Dış çekim olması ve çekimlerin hareketli olmasından dolayı doğal ışık kullanımında zorlanıldığı, yer yer oyuncuların görüntülerinin karanlıkta kalmasına neden olduğu görüntülerden anlaşılmaktadır. Hareketli kamera kullanımı ile at arabası sahnesinin çekiminin yapılması görüntülerin dağınık ve net olmamasına neden olmuştur. Bunlara karşın belirtilmek istenen durum ve duygular kamera açılarının o dönem itibari ile ustalıklı kullanımı ile de yansıtılması bakımından önemlidir.
Bilindiği üzere terazi adaleti temsil eden belki de en önemli simgedir. Filmde mahkeme sahnesinden önce patates satan bir kişinin elinde dönemin şartlarında kullanılan el terazisi vardır. Patatesi tarttığı esnada elindeki teraziye yakınlaşan kamera bir anda mahkeme yazısını göstermekte ve bu şekilde adalet simgesi adalet uygulayıcısı ile hemhal olmaktadır.
Zorlama bir yorum olur mu bilinmez ama spesifik olarak film için ve genel manada filmin çekildiği dönem açısından yapılan yargılamaların bir yönü ile şişirilmiş ama özünde boş veya adaletle pek te uyuşmayan nitelik taşıdığı eleştirişi getirilebilir.
Mahkeme yargılaması gayrı meşru (evlilik dışı) doğan çocuğun tanınması ve nafakaya ilişkindir ve Aysel’in iddiasını ispatlaması baba karakterinin kabul etmesi haricinde mümkün değildir ve mahkemece ‘yemin’ etmesi istenmektedir. Aysel nihayetinde çocuğunun babası olan kişinin yalan yere yemin edeceğini anlaması karşısında bunu istemediğinden davasından vazgeçmektedir. Hakimin ''İnsanlarla olan davan sona erdi kızım'' demesi ile yani ‘Allah katında hesaplaşırsınız’ demeye getirmiştir.
Bu sahnede Aysel’in ağlayıp çaresiz bir şekilde mahkeme salonunu terk edeceği beklenirken onun güçlü kadın duruşu ile karşılaşıyoruz. Filmin çekildiği tarih itibari ile kadınlara henüz seçme ve seçilme hakkının tanınmış olmadığı, kadınların o dönem itibari ile ataerkil aile yapısı içerisinde değersiz kabul edildiği, kıymet verilmediği durumları göz önüne alındığında, bir kadının mahkemede hakkını arıyor olması/olabilmesi, (günümüzde dahi birçok yerde bunun zor olduğu düşünüldüğünde) yine filmin geneli için ise anaerkil bir köy hayatı yansıtılmaya çalışılması dönemine göre ilerici ve aydın bakış açısı içermektedir.
Anadolu kültürü içinde Aysel karakterinin başına gelenler sonrası o kişinin haklılık veya haksızlığına bakılmaksızın toplumdan dışlanmaktadır. Lakin filmde köylüler tam olarak onu dışlamamakta çoğu kez normal davranmaktadırlar. Gülsüm Ali’ye vurulur ve kız ile annesi Ali’nin ailesinin yaşadığı eve giderler. Bu durumların dönemin tutum ve geleneklerine pek uygun olmadığı aslında ortadadır.
Mahkeme çıkış sahnesinde Aysel’in üst açı ve alt açı teknikleri ile çekimi yapılmıştır. Diyalog sahnesinde yakın plan çekim yapılmıştır, ama yüzün bir kısmı bazen kadraja alınmamıştır. Yine bazı boydan çekimlerde başın üst kısmı kadraj dışında kalmıştır.
Tarih geçişleri, zamanın ilerlemesi takvim ve saat gösterilerek işlenmiştir.
Gece çekiminde Aysel ile Ali’nin diyalogları duyuluyor ama görüntüleri çok net değildir, görünen görüntüler yanan ateş ve bahçeyi sulamaya ilişkindir. Gece çekiminde ışık yeterli şekilde kullanılamamıştır. Yine Ali’nin bataklığa attığı bıçağı gece vakti elinde el feneri ile aradığı sahnede vaktin gündüz olduğu özellikle gölgelerden anlaşılmakta olup burada da ışık kullanımına dikkat edilmemiştir.
Ali’nin kasabadaki gece alkollü eğlenceye katılması sonrası çıkan kavgada Satılmışzadelerin beyi le tartışmıştır. Fakat sonra ne olduğu açık bırakılmıştır. Ali kendine geldiğinde o geceye ait bir şeyler hatırlasa da neler olduğundan tam emin değildir. İşte burada flashback (geri gitme) yöntemi kullanılmış ve o gece yaşananlar geçmişe dönülerek anlatılmaya çalışılmıştır. Filmin çekildiği tarih itibari ile kullanılan bu yöntem her ne kadar klasik anlatı içerisinde tercih edilen bir yöntem olmasa da ileri bir çekim tarzı teşkil etmektedir. Yine at arabasının kameranın üzerinden geçtiği sahne de o döneme nazaran estetik ve yenilik içermektedir.
Ali ve nişanlısının evleneceği gün belediyeye giderek direkt resmi nikah yapılması o dönem ve özelikle bir köy hayatı açısından pek olası değildir. 1926 yılında Medeni Kanun ile getirilen tek evlilik ve resmi nikah sonrası halkın çoğunun bundan haberinin dahi olmadığı düşünüldüğünde filmde özellikle bunun işlenmesi yine kadınların haklarını hatırlatması adına sosyolojik ilerlemeci mesajlar içerdiği değerlendirilebilir.
O dönem itibari ile köyde yaşayan Ali’nin annesinin başının açık olması, babasının ve evlerinde çalışan kişinin sakal tarzları ve taktıkları şapka şekli, oyuncuların kullandığı Türkçe’nin ağdalı şekli, Aysel’in klasik esmer Anadolu kadınına nazaran sarışın olması gibi unsurlar film ile uyum göstermemektedir. Belki de o şapkalar biraz da bilinçli olarak seçilmişti. Filmin çekildiği koşullardaki Türkiye Cumhuriyeti modern bir hamle içinde ileriye doğru ilerlemekteydi. Bu bağlamda belki filmde bu yansıtılmak istendiği değerlendirilebilir.
Film özellikle köy hayatı bütün detay ve incelikleri ile ve uzun sahnelerle işlenmiştir. Özellikle dış çekimleri oldukça estetiktir. Köy ortamının inandırıcılığı tam olarak yaratılamamıştır. Nerede ise bazı sahneler belgesel gerçekliğine ulaşmıştır. Lakin film bir bütün olarak gerçekçiliği yakalayamamıştır.
Dönem şartlarına göre görüntü ve ses kalitesinin iyi olduğu değerlendirilebilir. Özellikle yine bir Muhsin Ertuğrul filmi olan ve 6 yıl sonra çekilen 1940 yapımı Şehvet Kurbanı filmine göre çok iyi bir görüntü ve ses kalitesine sahiptir.
Filmde kullanılan bazı müzikler, ilgili sahneler bitmesine rağmen uzatılarak devam ederek taşma yapmıştır. Mutlu anlarda çok sesli Türk sanat müziği ve bazı durumlarda da klasik batı müziği kullanılarak, anlatılmak istenilen fikir, filmin arka fonundaki müzikle kuvvetlendirilmiştir.
Filmde daha çok nesnel bir anlatı sınırlandırılmış ve sınırlandırılmamış öykü enformasyonu şeklinde işlenmiştir. Öznel anlatı ve amors çekim de mevcuttur.

“Bir Millet Uyanıyor” ve “Aysel, Bataklı Damın Kızı” Filmlerinin Muhsin Ertuğrul ve Tiyatrocular Dönemi Bakımından Değerlendirilmesi

Türk sinema tarihinde 1922 ila 1939 yılları arası Tiyatrocular Dönemi olarak kabul edilmektedir ve kuşkusuz bu dönemim hakim yönetmeni tiyatro kökenli Muhsin Ertuğrul’dur.
Muhsin Ertuğrul sinema ve tiyatro alanında kendini geliştirmek için; Fransa/Paris, Almanya/Berlin, Sovyetler Birliği/Moskova, İsveç ve ABD/Hollywood‘a gitmiş, bu sanatsal alanlarda bilgi ve görgüsünü artırmıştır.
“Bir Millet Uyanıyor” filmi 1932 yılında ve “Aysel, Bataklı Damın Kızı” filmi 1934 yılında Muhsin Ertuğrul tarafından yapılmışlardır.
“Bir Millet Uyanıyor” filmi, günün koşullarında Batı ölçülerine denk bir Milli Mücadele filmi olarak öne çıkmaktadır.
O zamana değin yapılan filmlerde, büyük zorunluluklar olmadıkça, Darülbedayi oyuncularının dışında eleman pek kullanılmıyordu. Bu filmle birlikte tiyatro çevresinin dışındaki oyunculara da önemli roller verilmeye başlanılmıştır.
Tiyatro kökenli Ertuğrul’un daha önceki çalışmalarıyla kıyaslanamayacak kadar sinemaya yakın bir film olarak (açık hava sahnelerinin varlığı, hareketlilik ve genel planların başarısı, oyunculuğun daha az teatral oluşu, vb. özelliklerle) öne çıkar ve tarihsel niteliğiyle önem kazanır. Özellikle gerçekten grafik değeri olan ve daha önceki filmlere göre daha iyi kurgulanmış sahneler filmin değerini arttırmıştır.
Bu filmde Muhsin Ertuğrul devrimci Rus sinemasından yararlanmıştır. (Filmde, vatanseverlerin kurşuna dizilmesi sahnesi Rus yapımı Potemkin Zırhlısı (1925) filminin başlarındaki kurşuna dizilme sahnesinden esinlenerek yapılmıştır.) ama belli yönleri ile taklitçilik düzeyini geçtiği söylenemez.
Filmde bazı sahnelerde Ordu Film Merkezi’nin İstiklal Savaşı dokümanlarından yararlanılmıştır. Dönemin bürokratları tarafından da desteklenmiş bir filmdir.
Filmin sonuna eklenen bu Kurtuluş Savaşı'na ait belge filmleri, yine Muhsin Ertuğrul'un Zafer Yolları adıyla Kemal Film döneminde Cezmi Ar'la çektiği dokümanterlerden alınmıştır. Sonradan Kurtuluş Savaşı konulu Türk filmlerinin hemen tümünde son sekansın belge filmleri ile donatılması yöntemi ilk kez Bir Millet Uyanıyor filminde gerçekleştirilen bu deneyin kalıntısıdır. Bu bakımdan film, 'prototype' (prototip) olmuştur.
“Aysel, Bataklı Damın Kızı” filmi Muhsin Ertuğrul’un Almanya ve Moskova’da aldığı sinema eğitimlerinin Türkiye’de uyguladığı film denilebilir.
Dramatik olay kurgusu ile müziğin birleşimi şeklinde bir anlatıya sahip film Türk sinemasının melodram tarzındaki ilk filmidir.
Avrupa tiyatrosunu Türk köy yaşamına entegre edip film çekme girişimi gibi gözükse de dönemine göre başarılı bir filmdir ve ilk köy filmi kabul edilmektedir.

Bu dönemde yaptığı filmlerden Muhsin Ertuğrul’un en kayda değer filmlerinden ikisi olsa da,
“Bir Millet Uyanıyor” filminde bu durum biraz aşılmış olsa da filmlerde tiyatro geleneğine bağlı kalmış tiyatro sahnesinde kullanılan dekorları film setlerinde de kullanmış adeta tiyatroyu kamera önüne taşınmıştır ve bu nedenle filmler sinemasal bir anlatıya çok sahip olmayan filmlerdir.
“Bir Millet Uyanıyor” filmindeki tiyatral oyunculuktan uzaklaşma söz konusu iken bu filmden daha sonra çekilen “Aysel, Bataklı Damın Kızı” filminde her ne kadar köy halkından amatör şekilde oynayanlar olsa da tiyatral oyunculuğa yoğun şekilde tekrar dönülmüş olması ilerlemeden bir nevi geri dönüş niteliğindedir.

Bu filmlerin amacı kitlelere ulaşmak olduğu için basit ve popüler anlatım kalıpları benimsenmiştir. Fakat söz konusu filmler çekildiğinde dönemin yönetmen ve oyuncularının tiyatro kökenli olması nedeni kendi kalıbından çok çıkamamış bu nedenle sinema halk tarafından sevilmiş fakat sanat olarak gelişememiştir.




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder