14 Kasım 2019 Perşembe

DÜNYA SİNEMASI AKIMSAL DEĞERLENDİRME


DÜNYA SİNEMASI

        Sinema Fransa da doğmuştur. 1870 – 1914 yılları arasında Fransa’nın güzel çağı olarak bilinir ve Avrupa da refah ve barış hakimdir.

SÜRREALİZM (GERÇEK ÜSTÜCÜLÜK)

Birinci Dünya Savaşı’nın yol açtığı yıkım, kaos ve vahşet ortamına karşı bir tepki olarak ortaya çıkmıştır.
Başlangıçta resim ve edebiyat alanında etkin olan sürrealizm zamanla sinema, fotoğraf, tiyatro gibi birçok sanat alanını derinden etkilemiştir.
Aralarında Andre Breton, Paul Eluard, Salvador Dali, Robert Desnos, Louis Aragon, Rene Magritte, Rene Char gibi çoğunluğu Paris’te yaşayan yazar, şair ve ressamların bulunduğu bir grup genç sanatçı, savaşın ve savaşa neden olan akılcı tutuma tavır almış, mantığın egemenliğinden kurtulan, aklın ve düşüncenin denetimini yıkan, ahlakçı tavra düşman, düşlere ve bilinçaltına eğilen, masalsı ve çocuksu olandan yararlanan, kendini imgelemin sınırsız özgürlüğüne teslim eden bir sanatı savunmuşlardır.
Sürrealizmde; neden sonuç ilişkisi yoktur, herşey aynı anda ve yan yana olmaktadır. Bütünsellik ilişkisi yoktur.
Sürrealizm bilinci, mantığı reddeder, insanlar bilinçaltı ile hareket ederler.
Sürrealizme göre aynı resimde robot ve ilkel kabile üyesinin resmi birlikte olabilmektedir. Zamansallık kabul edilmiyor, ilkellikten modernizme gelme yoktur diyor.  Rüyalar, hayaller öykülenir.
İnsanın karanlık tarafına hitap eden herşey sürrealizm içinde yerini bulur.
Metin Erksan’ın filmleri sürrealist özellik gösteren bu tarz filmlerdir.
Salvador Daly’nin Endülüs Köpeği filmi de bu tarzdır.
Rüya deyince Türk yönetmen Semih Kaplanoğlu ve Rus yönetmen Tarovski gelmektedir.
Birinci Dünya Savaşı sonrası Fransa da sinema raydan çıkmıştır. ABD’de artık sinema sektöründe üstünlük kazanıyor bu dönemde. Fransa da tekrar ABD sinemasından ihraç edilen filmlerle başa çıkmak için çaba gösterdi. Diziler çekilerek bununla mücadele edilmeye çalışılmıştır.
Sinemada sürrealistler çok etkili olamamışlardır. Almanlar daha etkili olmuşlardır.

SİNEMADA FRANSIZ DEVRİMLERİ

Perspektif; görüntünün uzaklaştıkça daralmasıdır. Perspektif ilk olarak Fransızlar tarafından bulunmuştur, derin odak ta ilk olarak Fransızlar tarafından kullanılmıştır.


DERİN ODAK

Çerçevenin önündeki, ortasındaki ve arkasındaki nesneleri eşit nitelikte gösteren teknolojidir.
İnsanın çevre ile ilişkisini göstermek için kullanılır.
Seyircinin ilgisini bir noktaya toplamak yerine konunun etrafının da küçük parçalar halinde bütünü oluşturması sağlanır.
Derin odak kullanılarak Hollywood sinemasının aksine ana karaktere odaklanılmak istenilmemektedir. Amaç sinema karesi ile oradaki hayatı yansıtmaktır ve hayatın devam ettiği belirtilmek istenir.
Memduh Ün arka planı daha çok öne çıkartmıştır filmlerinde.

MONTAJ

Seyircinin mizanseni kavrayışını biçimlendiren bir dizi görüntüdür. Montajın egemenliği altındaki sinemaya karşı bir duruş vardır. Hollywood sinemasının bir diğer adı da kurgu sinemasıdır ve buna karşı bir duruş söz konusudur.




ŞİİRSEL GERÇEKLİK

1929 Buhranı sonrası sosyoekonomik kargaşanın hâkim olduğu bir dönemde doğan Şiirsel Gerçekçilik, bireyi merkezine alarak toplumsal bir hiciv lirizmi (kişisel duyguların, iç dünyanın esin yoluyla, coşkulu ve etkili bir biçimde anlatılması) sunar.
1930’larda Fransa’da doğup ardından tüm Avrupa’yı kucaklayan akım, yaklaşmakta olan savaşın karamsar, huzursuz ve acı dolu adımlarına karşı durur; bu net duruşunu şairane bir üslupla harmanlayıp gerçeğin sert hatlarını şiir törpüsüyle silikleştirir. Toplumdaki çalışan insanın, emekçinin, kaçakçının, fabrika işçisinin sorununa, çaresiz karakterleri ve onların tutarsız davranışlarıyla gönderme yapar; sosyalizmi, sıradan insanı, savunur.
Savaşın yıkmaya çalıştığı hayalleri önemseyerek, günlük hayatın şiirselliğini yakalama derdine düşüp lirik bir kadraj tekniğiyle loş ortamları, puslu havalarda, ıslak kaldırımlar üzerinde perdeye aktarır.

JEAN RENOİR

“Oyunun Kuralı”  filmi (1939 )

1930’ların Fransız Şiirsel Gerçekçiliği akımının en kalıcı eserlerinden biri “Oyunun Kuralı” filmidir.
Çok karakterli-hikayeli film modelini ‘tek mekan’ odaklı başlatan, hakim sınıfı taşlamasıyla da ülke liderlerini sinirlendiren bir başyapıttır.
Arkasına aldığı ‘fars’ dokusuyla ‘pembe dizi’ tadındaki hayatları ‘politik hiciv’ noktasına getirmiştir. Fars tekniği kaba güldürülü oyundur.
Seyirci karşıtı algısı, metaforik öğelerden güç alan anlam yaratma anlayışı, minimalist dokusu ve sınıfsal kaosa yaklaşan metinleriyle halen dikkat çekicidir.  
İmpresyonist (izlenimci) ressam Pierre-August Renoir’ın oğlu Jean Renoir, onun sanata bakış açısını 1930’larda ‘Fransız Şiirsel Gerçekçiliği’ ile devam ettirmiştir.
 Ana karaktersiz ilerleyen ve kamera algısının yok olduğu, tüm yaşananların da orta plan ve alan derinliği ile seyircinin yüzüne vurulduğu ‘aykırı bir dünya’ portresi vardır.
Süresi uzun planlar kullanılır, oyuncular makyajsızdır ve düşük kontrast yoğun kullanılır. Bu Sürrealizm etkisidir.
Filmin nerede ise tamamı kapalı alanda geçmektedir. Tiyatro arka planı kullanılmaktadır.
Herkesin av olduğu durumunun tespiti ve sistem eleştirisi vardır.
1956 yılına kadar sansürlü kalan filmin böylesi bir başyapıt olacak noktaya ulaşmasının sebebi özündeki, aristokrasi yerine konulan burjuvaziyi eleştirmesiydi.
Ana akımın emperyalist mesaj algısına, geleneksel hikâye anlatma metotlarına ve yapmacık oyuncularına karşı açılan bir savaş niteliğindeydi. Kurguya karşı bir zafer niteliğinde filmdir.
En kısa tanımıyla odak stratejisinde alan derinliğini keşfeden, her daim tiyatro arka planını kullanan, oyuncuları makyajsız haliyle sahne önüne atan ve yönetmenin ‘kendini hissettirmesi’ gerektiğini vurgulayan sanatçıların alanıydı bu akım.
Renoir ışık ve ses ustasıdır ve Fransız resmine neşe duygusu getirmiştir.

İTALYAN YENİ GERÇEKÇİLİĞİ

İkinci Dünya Savaşı döneminde Hollywood’un ve İtalya’daki ‘beyaz telefon’ filmlerinin sadece duygusal bir etki yaratmaya odaklı anlayışına bir tepki olarak İtalya’da çıkan ve İtalyan Yeni Gerçekçiliği olarak da bilinen akım, seyircide gerçekçilik hissini artırma ve filme daha nesnel bakmasını sağlama anlayışını benimsemiştir.
Böylece star sisteminin aksine amatör oyuncularla çalışılmış; çekimlerde mümkün mertebe stüdyolar yerine gerçek mekanlar tercih edilmiş; anlatımda da ağdalı bir söylemden kaçınıp alabildiğine sade ve yalın bir dil oluşturulmuştur.
Şiirsel gerçeklik akımına göre insan hayatında birçok sorun vardır ama insan ruhu bunların hepsini atlatabilecek niteliktedir. Her türlü karamsarlığa rağmen pozitif bir bakış açısı vardır.
İtalyan Yeni Gerçekçiliğinde dirençli olma ve çabalama vardır ama sonunda bir kaybediş beklenir, umutsuzluk vardır.
Bir taraftan Hollywood sinemasına karşıdır ama gizli bir hayranlığı da mevcuttur.
Hollywood 1965 yılında stüdyodan dışarı çıkmıştır.
Latin Amerika ve kısmen Türkiye’de etkili olmuştur.
Ortaya çıkan karamsarlık ile bu akım Fransa’ya yeni dalga olarak tekrar dönüş yapmıştır.

AKIMIN ÖZELLİKLERİ

Sıradan insanların gündelik yaşamlarına sempatik bir bakış açısıyla eğilirken hemen kolaycı ahlaki yargılara varamıyorlardı.
Soyut fikirlerden çok duygulara vurgu yapılıyordu.
Hümanist bakış açısı ön plandaydı.
Özel efektsiz, yalın bir kurgu kullanılmıştır.
Kameralar stüdyodan dışarıya, sokağa taşındı.
Sokaklarda yapılan çekimlerde doğal gün ışığı daha çok kullanıldı.
Çekimler sessiz olarak yapılıyor, sesler filme dublajla sonradan ekleniyordu. Bu da yönetmenlere daha fazla esneklik sağlıyordu.
Belgesel filmleri andırır bir kadraj tercih edildi ve yine belgesellerde olduğu gibi kameraların zaman zaman elde de taşınarak kullanılması ve serbest kamera hareketleri yönetmenlerin özgürlüğünü arttırdı.
Yönetmenler profesyonel olmayan oyuncularla doğaçlama oyunculuğu tercih ettiler. Edebi diyalogların yerine doğaçlama konuşmalar vardı.
Aynı zamanda bu filmler çok düşük bütçelerle çekiliyorlardı.

AKIMIN ÖNDE GELEN İSİMLERİ

·                  Vittorio De Sica
·                  Federico Fellini
·                  Luchino Visconti
·                  Cesare Zavattini
·                  Pietro Germi
·                  Roberto Rossellini

AKIMIN ÖNEMLİ ESERLERİ

o        Roma, città aperta - Roberto Rossellini, (1945)
o        Paisà - Roberto Rossellini, (1946)
o        Sciuscià(Ragazzi) - Vittorio De Sica, (1946)
o        Ladri di biciclette - Vittorio De Sica, (1948)
o        Germania Anno Zero - Roberto Rossellini, (1948)
o        La terra trema: Episodio del mare - Luchino Visconti, (1948)
o        Riso amaro - Giuseppe De Santis, (1949)
o        Miracolo a Milano - Vittorio De Sica, (1951)
o        Umberto D. - Vittorio De Sica, (1952)
Dönemin en önemli 4 yönetmeni:
Jean Renoir,
Jean Vigo,
Rene Clair,
Marcel Carne.


FRANSIZ YENİ DALGA

Sinemada, İtalyan Yeni Gerçekçilik akımından sonra, 1950 Fransa’sında ortaya yeni bir sanat akımı çıkmıştır. Sinema alanında çığır açan bu akımın adı Fransız Yeni Dalga‘dır.
Bu dönemde yönetmenle profesyonel olmayan veya mesleğinde yeni oyuncuları kullanmışlardır.
 Fransızların Yeni Dalga’sı tüm dünyada sinema sektörünü epey derinden etkileyen bir akım oldu ve Truffaut ve Godard gibi iki büyük yönetmeni sinemaya kazandırmıştır.
Sinema tarihinin en önemli filmlerinden biri, Jean-Luc Godard imzalı Serseri Aşıklar (1960) filmidir.
Sinema üretiminin stüdyo sisteminin boyunduruğundan kurtulduğu, yeni bir düşünme ve film çekme pratiğine kavuştuğu bir dönemdir.
Serseri Aşıklar’ın ve tatbikî Yeni Dalga’nın en önemli özelliklerin başında çekim şartlarına getirilen yeni yorum gelir. Daha öncesinde büyük bütçelerle yaratılmış setlerde çekilen filmlerin aksine, bu yeni anlayışla birlikte kameralar sokağa çıktı, filmler gerçek mekânlarda çekilmeye başladı.
Serseri Aşıklar’ın senaryosunu Yeni Dalga’nın bir başka önemli ismi François Truffaut tarafından kaleme alınmıştır. Lakin Godard, bu senaryoyu doğrudan filme almak yerine, anlatıya istediği gerçek hayatında içinden anları yakalayabilmek için doğaçlama anlara yer vermiştir. Lakin yeni dalga da bu yöntem çok tutmamıştır.
Serseri Aşıklar, sinemada çok net kurallar olmadığını fikrini öne çıkarak yeni yöntemlerin denenmesi konusunda büyük bir ilham kaynağıdır ve cesaret vericidir.
Karakterlerden beklenen özellikler gerçekleşmemektedir. Erkek kötü ve kadın güvenilmezdir. Anti kahraman kavramı gerçekleşmiştir.
 Özdeşim kurulacak bir karakter yoktur. Sahneler ve diyaloglar uzundur. Bu şekli ile bakıldığında klasik Hollywood anlatımını ve film tekniklerini reddetmektedir. Fakat Hollywood filmlerinin kimi yönlerini taklit etmektedir.
Sinemada gösterilebilen konuşmasız sahnelerle gösterilir fakat yeni dalga da bu yoktur.
Modern hayatta kişilerde kararsızlıklar artmıştır, istikrarlı bir karakterden bahsedilemez. Bu bakımdan toplumun bu gerçekliği yansıtılmaktadır.
Dönüşlülük; filmin kendi ortamına dönmesidir.
Olaylarda şans faktörü çok önemlidir.
Kamera gözün doğal hareketlerini taklit eder. Gerçeğin öngörülemeyen doğası işlenir.
Hiroşima Sevgilim (59-Resnas) ve Jules ve Jim (62-Truffaut) önemli yeni dalga filmlerdendir.

Fransa Film Akımları:

1- Yeni dalga yönetmenleri: Godard ve Traffaut
2- 2. Dalga yönetmenleri: Luc Besson ve Leos Carax
3- 3. Dalga yönetmen: Gaspar Noe


Klasik Hollywood Anlatısının Temel Özellikleri

1. Bu anlatı anlayışı aksiyonun her şeyden önce nedensel failler olarak bireysel karakterlerden ortaya çıkacağı varsayımına dayanmaktadır. Doğal nedenler (seller, depremler) ya da toplumsal nedenler (kurumlar, savaşlar, ekonomik krizler) aksiyonu etkileyebilir, ancak anlatı, merkezine kişisel psikolojik nedenleri alır; kararlar, tercihler ve karakterin özellikleri önemlidir. Filmler karakter mekezlidir. Hollywood sineması karakter merkezlidir yoksa konu merkezli değildir.
2. Anlatıyı ilerletme işlevi gören en önemli özellik karakterlerin istekleri ve arzularıdır. Arzu ya da istek bir hedefi oluşturur ve anlatının ilerlemesi ve gelişmesi bu hedefe ulaşmayı içerir. Karakterin bir takım fiziksel ve kişisel özellikleri vardır. Güçlü bir motivasyona ihtiyacı vardır. Karakterin bir hedefi, amacı arzusu vardır. Bazen başlarda amaca ulaşmak için bir arzusu olsa da sonradan bu amaç hasıl olacaktır. Meydana gelecek değişimler kişilerle ilgili değil olaylarla ilgilidir.

        Rus sinemasında olaylar toplum üzerinden yürür, karakter önemsizdir.

3. Ana karakterin hedefine ulaşmasını engelleyen bir karşı güç bulunur. Kahraman kendisininkine zıt özellikleri ve hedefleri olan bir karakterle karşılaşır. Bu engelleri aşmak ve çabalamak en önemli özelliklerdendir.
4. Klasik Hollywood anlatısında ağırlıklı olarak psikolojik nedenlerden çıkan aksiyonlar zinciri diğer anlatı olaylarını harekete geçirme eğilimi taşır. Zaman çoğu kez neden-sonuç zincirine tabi kılınır. Olay örgüsü öykünün zaman dizinini neden-sonuç zincirinin en çarpıcı biçimde sunacak şekilde düzenler.
5. Klasik Hollywood sinemasında anlatı çeşitli seçenekler kullanır, ancak nesnel olmaya yönelik güçlü bir eğilim vardır. Anlatı, temel olarak nesnel bir anlatı gerçekliğini sunar.
6. Klasik Hollywood anlatısı oldukça sınırlanmamış bir anlatı sunma eğilimindedir. Tek bir karakteri takip etsek bile, karakterin görmediği, duymadığı ya da bilmediği şeylere erişmemizi sağlayan bölümler bulunmaktadır.
7. Son olarak, klasik anlatı filmlerinin çoğu sonunda güçlü bir final sunarlar. Bu anlatı yapısına sahip filmler finalde kendi nedensel zincirlerini tamamlamaya çalışırlar. Genellikle her karakterin kaderini öğreniriz, her gizem açıklığa kavuşur ve her çatışma sonuca bağlanır. Filmin sonunda ne oldu diye sormak mümkün değildir. Her zaman seyircinin eklentisi karşılanmaz lakin final güçlü ve etkilidir.

Karakterlerden iyi olan net iyi ve kötü olan net kötüdür. Ayrım nettir ve seyirci bunu ayırmakta zorlanmaz.
Hollywood sinemasında seyircinin haz alması asıl amaçtır. Seyircinin beklentileri tatmin edildiği ölçüde seyirci karakterle özleşir filmin içine girer. Sanatsal nitelikli filmlerde ise bir ayrışma, başkalaşma, yabancılaşma söz konusudur.

Bu klasik anlatıda genel olarak şu yol izlenir:

1. Denge durumu (bu durum iyi, kötü ya da nötr olabilir).
2. Bir olay dengeyi bozar, farklılaştır (karakter ya da eylem).
3. Kahraman dengenin bozulduğunu fark eder.
4. Kahraman bozulan dengeyi yerine getirmeye uğraşır.

ULUSAL SİNEMA KÜLTÜRÜ

Her kültürün kendine has imgeleri vardır.
Başka dillerde söylenen başka öyküler kendi toplumumuzun değil üretildikleri toplumun gözüyle izleyebilmek gerekir.
Üzerinde çalışılan film kültürünün tarih, dil, sanat ve edebiyat gibi alanlara ihtiyacı vardır.
Sinemanın değerlerine ve estetik ihtiyaçlarına dair kültürel bilgilere ihtiyaç duyulur.
Etki; en baskın ulusal sinema kültürüdür.
Erişilebilirlik; filmleri izlenemeyecek olan bir sinema kültürü çalışmanın anlamı yoktur, Çin sineması gibi.
Kanon; sinema tarihini biçimlendiren, tarihi rolleri nedeni ile seçilen filmlerdir.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder