DÜNYA SİNEMASI
Sinema Fransa da doğmuştur. 1870 – 1914
yılları arasında Fransa’nın güzel çağı olarak bilinir ve Avrupa da refah ve
barış hakimdir.
SÜRREALİZM
(GERÇEK ÜSTÜCÜLÜK)
Birinci Dünya Savaşı’nın yol açtığı yıkım,
kaos ve vahşet ortamına karşı bir tepki olarak ortaya çıkmıştır.
Başlangıçta resim ve edebiyat alanında
etkin olan sürrealizm zamanla sinema, fotoğraf, tiyatro gibi birçok sanat
alanını derinden etkilemiştir.
Aralarında Andre Breton, Paul Eluard,
Salvador Dali, Robert Desnos, Louis Aragon, Rene Magritte, Rene Char gibi
çoğunluğu Paris’te yaşayan yazar, şair ve ressamların bulunduğu bir grup genç
sanatçı, savaşın ve savaşa neden olan akılcı tutuma tavır almış, mantığın
egemenliğinden kurtulan, aklın ve düşüncenin denetimini yıkan, ahlakçı tavra
düşman, düşlere ve bilinçaltına eğilen, masalsı ve çocuksu olandan yararlanan,
kendini imgelemin sınırsız özgürlüğüne teslim eden bir sanatı savunmuşlardır.
Sürrealizmde;
neden sonuç ilişkisi yoktur, herşey aynı anda ve yan yana olmaktadır.
Bütünsellik ilişkisi yoktur.
Sürrealizm
bilinci, mantığı reddeder, insanlar bilinçaltı ile hareket ederler.
Sürrealizme
göre aynı resimde robot ve ilkel kabile üyesinin resmi birlikte olabilmektedir.
Zamansallık kabul edilmiyor, ilkellikten modernizme gelme yoktur diyor. Rüyalar, hayaller öykülenir.
İnsanın
karanlık tarafına hitap eden herşey sürrealizm içinde yerini bulur.
Metin Erksan’ın filmleri sürrealist özellik
gösteren bu tarz filmlerdir.
Salvador Daly’nin Endülüs Köpeği filmi de
bu tarzdır.
Rüya deyince Türk yönetmen Semih Kaplanoğlu
ve Rus yönetmen Tarovski gelmektedir.
Birinci Dünya Savaşı sonrası Fransa da
sinema raydan çıkmıştır. ABD’de artık sinema sektöründe üstünlük kazanıyor bu
dönemde. Fransa da tekrar ABD sinemasından ihraç edilen filmlerle başa çıkmak
için çaba gösterdi. Diziler çekilerek bununla mücadele edilmeye çalışılmıştır.
Sinemada sürrealistler çok etkili
olamamışlardır. Almanlar daha etkili olmuşlardır.
SİNEMADA
FRANSIZ DEVRİMLERİ
Perspektif; görüntünün
uzaklaştıkça daralmasıdır. Perspektif ilk olarak Fransızlar tarafından
bulunmuştur, derin odak ta ilk olarak Fransızlar tarafından kullanılmıştır.
DERİN
ODAK
Çerçevenin önündeki, ortasındaki ve
arkasındaki nesneleri eşit nitelikte gösteren teknolojidir.
İnsanın çevre ile ilişkisini göstermek için
kullanılır.
Seyircinin ilgisini bir noktaya toplamak
yerine konunun etrafının da küçük parçalar halinde bütünü oluşturması sağlanır.
Derin odak kullanılarak Hollywood
sinemasının aksine ana karaktere odaklanılmak istenilmemektedir. Amaç sinema
karesi ile oradaki hayatı yansıtmaktır ve hayatın devam ettiği belirtilmek
istenir.
Memduh Ün arka planı daha çok öne
çıkartmıştır filmlerinde.
MONTAJ
Seyircinin mizanseni kavrayışını
biçimlendiren bir dizi görüntüdür. Montajın egemenliği altındaki sinemaya karşı
bir duruş vardır. Hollywood sinemasının bir diğer adı da kurgu sinemasıdır ve
buna karşı bir duruş söz konusudur.
ŞİİRSEL
GERÇEKLİK
1929 Buhranı sonrası sosyoekonomik
kargaşanın hâkim olduğu bir dönemde doğan Şiirsel Gerçekçilik, bireyi merkezine
alarak toplumsal bir hiciv lirizmi (kişisel duyguların, iç dünyanın esin
yoluyla, coşkulu ve etkili bir biçimde anlatılması) sunar.
1930’larda Fransa’da doğup ardından tüm
Avrupa’yı kucaklayan akım, yaklaşmakta olan savaşın karamsar, huzursuz ve acı
dolu adımlarına karşı durur; bu net duruşunu şairane bir üslupla harmanlayıp
gerçeğin sert hatlarını şiir törpüsüyle silikleştirir. Toplumdaki çalışan
insanın, emekçinin, kaçakçının, fabrika işçisinin sorununa, çaresiz
karakterleri ve onların tutarsız davranışlarıyla gönderme yapar; sosyalizmi,
sıradan insanı, savunur.
Savaşın yıkmaya çalıştığı hayalleri
önemseyerek, günlük hayatın şiirselliğini yakalama derdine düşüp lirik bir
kadraj tekniğiyle loş ortamları, puslu havalarda, ıslak kaldırımlar üzerinde
perdeye aktarır.
JEAN
RENOİR
“Oyunun Kuralı” filmi (1939 )
1930’ların
Fransız Şiirsel Gerçekçiliği akımının en kalıcı eserlerinden biri “Oyunun Kuralı”
filmidir.
Çok
karakterli-hikayeli film modelini ‘tek mekan’ odaklı başlatan, hakim sınıfı
taşlamasıyla da ülke liderlerini sinirlendiren bir başyapıttır.
Arkasına aldığı
‘fars’ dokusuyla ‘pembe dizi’ tadındaki hayatları ‘politik hiciv’ noktasına
getirmiştir. Fars tekniği kaba güldürülü oyundur.
Seyirci karşıtı
algısı, metaforik öğelerden güç alan anlam yaratma anlayışı, minimalist dokusu
ve sınıfsal kaosa yaklaşan metinleriyle halen dikkat çekicidir.
İmpresyonist
(izlenimci) ressam Pierre-August Renoir’ın oğlu Jean Renoir, onun sanata bakış
açısını 1930’larda ‘Fransız Şiirsel Gerçekçiliği’ ile devam ettirmiştir.
Ana
karaktersiz ilerleyen ve kamera algısının yok olduğu, tüm yaşananların da orta
plan ve alan derinliği ile seyircinin yüzüne vurulduğu ‘aykırı bir
dünya’ portresi vardır.
Süresi uzun
planlar kullanılır, oyuncular makyajsızdır ve düşük kontrast yoğun kullanılır. Bu
Sürrealizm etkisidir.
Filmin nerede ise
tamamı kapalı alanda geçmektedir. Tiyatro arka planı kullanılmaktadır.
Herkesin av
olduğu durumunun tespiti ve sistem eleştirisi vardır.
1956 yılına kadar
sansürlü kalan filmin böylesi bir başyapıt olacak noktaya ulaşmasının sebebi
özündeki, aristokrasi yerine konulan burjuvaziyi eleştirmesiydi.
Ana akımın
emperyalist mesaj algısına, geleneksel hikâye anlatma metotlarına ve yapmacık
oyuncularına karşı açılan bir savaş niteliğindeydi. Kurguya karşı bir
zafer niteliğinde filmdir.
En kısa tanımıyla
odak stratejisinde alan derinliğini keşfeden, her daim tiyatro arka planını
kullanan, oyuncuları makyajsız haliyle sahne önüne atan ve yönetmenin ‘kendini
hissettirmesi’ gerektiğini vurgulayan sanatçıların alanıydı bu akım.
Renoir ışık ve
ses ustasıdır ve Fransız resmine neşe duygusu getirmiştir.
İTALYAN YENİ GERÇEKÇİLİĞİ
İkinci Dünya
Savaşı döneminde Hollywood’un ve İtalya’daki ‘beyaz telefon’ filmlerinin sadece
duygusal bir etki yaratmaya odaklı anlayışına bir tepki olarak İtalya’da çıkan
ve İtalyan Yeni Gerçekçiliği olarak da bilinen akım, seyircide gerçekçilik
hissini artırma ve filme daha nesnel bakmasını sağlama anlayışını benimsemiştir.
Böylece star
sisteminin aksine amatör oyuncularla çalışılmış; çekimlerde mümkün mertebe
stüdyolar yerine gerçek mekanlar tercih edilmiş; anlatımda da ağdalı bir
söylemden kaçınıp alabildiğine sade ve yalın bir dil oluşturulmuştur.
Şiirsel gerçeklik
akımına göre insan hayatında birçok sorun vardır ama insan ruhu bunların
hepsini atlatabilecek niteliktedir. Her türlü karamsarlığa rağmen pozitif bir
bakış açısı vardır.
İtalyan Yeni
Gerçekçiliğinde dirençli olma ve çabalama vardır ama sonunda bir kaybediş
beklenir, umutsuzluk vardır.
Bir taraftan
Hollywood sinemasına karşıdır ama gizli bir hayranlığı da mevcuttur.
Hollywood 1965
yılında stüdyodan dışarı çıkmıştır.
Latin Amerika ve
kısmen Türkiye’de etkili olmuştur.
Ortaya çıkan
karamsarlık ile bu akım Fransa’ya yeni dalga olarak tekrar dönüş yapmıştır.
AKIMIN ÖZELLİKLERİ
Sıradan
insanların gündelik yaşamlarına sempatik bir bakış açısıyla eğilirken hemen
kolaycı ahlaki yargılara varamıyorlardı.
Soyut fikirlerden
çok duygulara vurgu yapılıyordu.
Hümanist bakış
açısı ön plandaydı.
Özel efektsiz,
yalın bir kurgu kullanılmıştır.
Kameralar
stüdyodan dışarıya, sokağa taşındı.
Sokaklarda
yapılan çekimlerde doğal gün ışığı daha çok kullanıldı.
Çekimler sessiz
olarak yapılıyor, sesler filme dublajla sonradan ekleniyordu. Bu da
yönetmenlere daha fazla esneklik sağlıyordu.
Belgesel filmleri
andırır bir kadraj tercih edildi ve yine belgesellerde olduğu gibi kameraların
zaman zaman elde de taşınarak kullanılması ve serbest kamera hareketleri
yönetmenlerin özgürlüğünü arttırdı.
Yönetmenler
profesyonel olmayan oyuncularla doğaçlama oyunculuğu tercih ettiler. Edebi
diyalogların yerine doğaçlama konuşmalar vardı.
Aynı zamanda bu
filmler çok düşük bütçelerle çekiliyorlardı.
AKIMIN ÖNDE GELEN
İSİMLERİ
·
Vittorio De Sica
·
Federico Fellini
·
Luchino Visconti
·
Cesare Zavattini
·
Pietro Germi
·
Roberto Rossellini
AKIMIN ÖNEMLİ
ESERLERİ
o
Roma, città aperta - Roberto Rossellini, (1945)
o
Paisà - Roberto Rossellini, (1946)
o
Sciuscià(Ragazzi) - Vittorio De
Sica, (1946)
o
Ladri di biciclette - Vittorio De Sica, (1948)
o
Germania Anno Zero - Roberto Rossellini, (1948)
o
La terra trema: Episodio del mare - Luchino
Visconti, (1948)
o
Riso amaro - Giuseppe De Santis, (1949)
o
Miracolo a Milano - Vittorio De Sica, (1951)
o
Umberto D. - Vittorio De Sica, (1952)
Dönemin en önemli 4 yönetmeni:
Jean Renoir,
Jean Vigo,
Rene Clair,
Marcel Carne.
FRANSIZ YENİ DALGA
Sinemada, İtalyan
Yeni Gerçekçilik akımından sonra, 1950 Fransa’sında ortaya yeni bir sanat
akımı çıkmıştır. Sinema alanında çığır açan bu akımın adı Fransız Yeni
Dalga‘dır.
Bu dönemde
yönetmenle profesyonel olmayan veya mesleğinde yeni oyuncuları kullanmışlardır.
Fransızların
Yeni Dalga’sı tüm dünyada sinema sektörünü epey derinden etkileyen bir akım
oldu ve Truffaut ve Godard gibi iki büyük yönetmeni sinemaya kazandırmıştır.
Sinema tarihinin
en önemli filmlerinden biri, Jean-Luc Godard imzalı Serseri Aşıklar
(1960) filmidir.
Sinema üretiminin
stüdyo sisteminin boyunduruğundan kurtulduğu, yeni bir düşünme ve film çekme
pratiğine kavuştuğu bir dönemdir.
Serseri
Aşıklar’ın ve tatbikî Yeni Dalga’nın en önemli özelliklerin başında çekim
şartlarına getirilen yeni yorum gelir. Daha öncesinde büyük bütçelerle
yaratılmış setlerde çekilen filmlerin aksine, bu yeni anlayışla birlikte kameralar
sokağa çıktı, filmler gerçek mekânlarda çekilmeye başladı.
Serseri
Aşıklar’ın senaryosunu Yeni Dalga’nın bir başka önemli ismi François Truffaut tarafından
kaleme alınmıştır. Lakin Godard, bu senaryoyu doğrudan filme almak yerine,
anlatıya istediği gerçek hayatında içinden anları yakalayabilmek için doğaçlama
anlara yer vermiştir. Lakin yeni dalga da bu yöntem çok tutmamıştır.
Serseri Aşıklar,
sinemada çok net kurallar olmadığını fikrini öne çıkarak yeni yöntemlerin
denenmesi konusunda büyük bir ilham kaynağıdır ve cesaret vericidir.
Karakterlerden
beklenen özellikler gerçekleşmemektedir. Erkek kötü ve kadın güvenilmezdir.
Anti kahraman kavramı gerçekleşmiştir.
Özdeşim kurulacak bir karakter yoktur.
Sahneler ve diyaloglar uzundur. Bu şekli ile bakıldığında klasik Hollywood
anlatımını ve film tekniklerini reddetmektedir. Fakat Hollywood filmlerinin
kimi yönlerini taklit etmektedir.
Sinemada
gösterilebilen konuşmasız sahnelerle gösterilir fakat yeni dalga da bu yoktur.
Modern hayatta
kişilerde kararsızlıklar artmıştır, istikrarlı bir karakterden bahsedilemez. Bu
bakımdan toplumun bu gerçekliği yansıtılmaktadır.
Dönüşlülük; filmin
kendi ortamına dönmesidir.
Olaylarda şans
faktörü çok önemlidir.
Kamera gözün doğal hareketlerini taklit
eder. Gerçeğin öngörülemeyen doğası işlenir.
Hiroşima Sevgilim
(59-Resnas) ve Jules ve Jim (62-Truffaut) önemli yeni dalga filmlerdendir.
Fransa Film Akımları:
1- Yeni dalga
yönetmenleri: Godard ve Traffaut
2- 2. Dalga
yönetmenleri: Luc Besson ve Leos Carax
3- 3. Dalga
yönetmen: Gaspar Noe
Klasik
Hollywood Anlatısının Temel Özellikleri
1. Bu anlatı anlayışı aksiyonun her şeyden
önce nedensel failler olarak bireysel karakterlerden ortaya çıkacağı
varsayımına dayanmaktadır. Doğal nedenler (seller, depremler) ya da toplumsal
nedenler (kurumlar, savaşlar, ekonomik krizler) aksiyonu etkileyebilir, ancak
anlatı, merkezine kişisel psikolojik nedenleri alır; kararlar, tercihler ve
karakterin özellikleri önemlidir. Filmler
karakter mekezlidir. Hollywood sineması
karakter merkezlidir yoksa konu merkezli değildir.
2. Anlatıyı ilerletme işlevi gören en
önemli özellik karakterlerin istekleri ve arzularıdır. Arzu ya da istek bir
hedefi oluşturur ve anlatının ilerlemesi ve gelişmesi bu hedefe ulaşmayı
içerir. Karakterin bir takım fiziksel ve kişisel özellikleri vardır. Güçlü bir
motivasyona ihtiyacı vardır. Karakterin bir hedefi, amacı arzusu vardır. Bazen
başlarda amaca ulaşmak için bir arzusu olsa da sonradan bu amaç hasıl
olacaktır. Meydana gelecek
değişimler kişilerle ilgili değil olaylarla ilgilidir.
Rus sinemasında olaylar toplum üzerinden
yürür, karakter önemsizdir.
3. Ana karakterin hedefine ulaşmasını
engelleyen bir karşı güç bulunur. Kahraman kendisininkine zıt özellikleri ve
hedefleri olan bir karakterle karşılaşır. Bu engelleri aşmak ve çabalamak en
önemli özelliklerdendir.
4. Klasik Hollywood anlatısında ağırlıklı
olarak psikolojik nedenlerden çıkan aksiyonlar zinciri diğer anlatı olaylarını
harekete geçirme eğilimi taşır. Zaman çoğu kez neden-sonuç zincirine tabi kılınır. Olay örgüsü öykünün zaman dizinini
neden-sonuç zincirinin en çarpıcı biçimde sunacak şekilde düzenler.
5. Klasik Hollywood sinemasında anlatı
çeşitli seçenekler kullanır, ancak nesnel olmaya yönelik güçlü bir eğilim
vardır. Anlatı, temel olarak nesnel bir
anlatı gerçekliğini sunar.
6. Klasik Hollywood anlatısı oldukça sınırlanmamış bir anlatı sunma eğilimindedir.
Tek bir karakteri takip etsek bile, karakterin görmediği, duymadığı ya da
bilmediği şeylere erişmemizi sağlayan bölümler bulunmaktadır.
7. Son olarak, klasik anlatı filmlerinin
çoğu sonunda güçlü bir final sunarlar. Bu anlatı yapısına sahip filmler finalde
kendi nedensel zincirlerini tamamlamaya çalışırlar. Genellikle her karakterin
kaderini öğreniriz, her gizem açıklığa kavuşur ve her çatışma sonuca bağlanır. Filmin
sonunda ne oldu diye sormak mümkün değildir. Her zaman seyircinin eklentisi karşılanmaz lakin final güçlü ve
etkilidir.
Karakterlerden iyi olan net iyi ve kötü
olan net kötüdür. Ayrım nettir ve seyirci bunu ayırmakta zorlanmaz.
Hollywood sinemasında seyircinin haz alması
asıl amaçtır. Seyircinin beklentileri tatmin edildiği ölçüde seyirci karakterle
özleşir filmin içine girer. Sanatsal nitelikli filmlerde ise bir ayrışma,
başkalaşma, yabancılaşma söz konusudur.
Bu klasik anlatıda genel olarak şu yol
izlenir:
1. Denge durumu (bu
durum iyi, kötü ya da nötr olabilir).
2. Bir olay dengeyi
bozar, farklılaştır (karakter ya da eylem).
3. Kahraman dengenin
bozulduğunu fark eder.
4. Kahraman bozulan
dengeyi yerine getirmeye uğraşır.
ULUSAL SİNEMA KÜLTÜRÜ
Her kültürün kendine has imgeleri vardır.
Başka dillerde söylenen başka öyküler kendi toplumumuzun
değil üretildikleri toplumun gözüyle izleyebilmek gerekir.
Üzerinde çalışılan film kültürünün tarih, dil, sanat ve
edebiyat gibi alanlara ihtiyacı vardır.
Sinemanın değerlerine ve estetik ihtiyaçlarına dair kültürel
bilgilere ihtiyaç duyulur.
Etki; en baskın ulusal sinema kültürüdür.
Erişilebilirlik; filmleri izlenemeyecek olan bir sinema
kültürü çalışmanın anlamı yoktur, Çin sineması gibi.
Kanon; sinema tarihini biçimlendiren, tarihi rolleri nedeni
ile seçilen filmlerdir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder