DÜNYA SİNEMA TARİHİ
SİNEMANIN DİĞER SANAT DALLARI İLE
İLİŞKİSİ
Sinema
diğer sanat dallarına göre yeni olsa da onların hepsini içinde barındırma
vasfını haizdir.
Fotoğraf;
sinemanın atası kabul edilir. Fotoğraf makinasının keşfinden sonra teknolojinin
gelişmesi ile bu makine sinematografa dönüşerek sinemanın doğumunu sağlamıştır.
24 tane fotoğraf karesinin hareketlilik kazanmış hali ile sinema meydana
gelmiştir. Bu sebeple sinemanın içerisinde fotoğrafın olması en doğal durumdur.
Tiyatro;
birçok yönü ile sinemaya kaynak olmuştur. Özellikle mizansen içindeki unsurlar,
oyunculuk, dekor bu bağlamda sinemaya birebir yansımıştır.
Yapısal
benzerlikleri nedeniyle tiyatro ve sinema, birbirlerini diğer sanatlardan daha
fazla etkilerler
Tiyatroda
seyircinin oyunu önde veya arkada izlemesi çok fark yaratabilmektedir.
Oyuncunun mimikleri çok önem arz eder ve arkadaki seyircinin bunu görmesi daha
zor olabilir ama sinemada seyircinin nerede oturduğu önemli değildir. Çünkü
yönetmen oyuncunun yüz ifadesini vermek istiyorsa yapacağı çekim ile bunu
yakınlaştıracak ve hiçbir seyircinin bunu kaçırmamasını sağlayacaktır.
Sinemada
oyuncu seyirci ile etkileşim kuramazken tiyatronun canlı olması ile oyuncu
seyirci ile etkileşim kurabilmektedir. Bu da tiyatronun sinemaya göre
avantajıdır.
Bir
oyunu istediğimiz kadarıyla izleriz, bir filmi ise yönetmenin bizden görmemizi
istediği kadarıyla izleriz. Hatta filmde daha da fazlasını görme potansiyelimiz
vardır.
Sinema
sahne gerçekçiliğinin zirvede olduğu bir dönemde ortaya çıktı. Ve tam da resim
ve roman sinemanın karşısında mimesisi terk ederken, tiyatro da aynı yönde
ilerledi.
Sinemadaki
gelişmeler tiyatroda da hareketliliğe sebebiyet vermiştir. Hem Bertolt Brecht
hem de Antonin Artaud iki kuramcı yeni fikirlerle sinema karşısında tiyatroyu mimesisten kurtararak geliştirmişlerdir.
Sinemanın
doğumundan sonra gelişmesi birçok ülkede tiyatrocular vasıtası ile
sağlanmıştır.
Bu
açıklamalara göre tiyatro çok etkili şekilde sinema tarafından kapsanan bir
sanat dalı niteliğindedir.
Müzik;
hiç şüphesi gerek sessiz sinema dönemi ve gerekse 1927 yılından sonra sesli
filmlerin ortaya çıkması ile sinemanın içinde hep var olmuştur ve hep te var
olacaktır.
Resim,
mimari gibi sanat dalları da hiç kuşkusuz estetik kavramı dahilinde sinemanın
içinde vardır ve çok aktif şekilde kullanılmaktadır. Sinema resimsel sanatların
canlı, kesin görsel potansiyeline sahiptir ve sinemada büyük bir anlatı
kapasitesi mevcuttur.
Gölge oyunu;
sinemanın en ilkel hali olarak kabul edilmektedir. Uzak doğu kökenli olduğu
değerlendirilen bu sanat dalının Türkiye’deki yansımasından bir tanesi
Hacivat-Karagöz karakterleridir ve bu karakterler sinemaya farklı bağlamları
ile yansıtılmıştır. İçiçeliği şüphesiz devam etmektedir.
Heykel;
özellikle form olarak önemlidir. Işığın kullanımı bakımından sinemaya katkısı
tartışılmazdır.
Edebiyat;
en köklü sanat dallarından biridir ve sinemanın ilk yıllarından itibaren
spesifik olarak roman özellikle uyarlama konusunda filmlere kaynak olmuştur.
Sinema var olduğu müddetçe edebiyattan uzak kalması düşünülemez.
LUMİERE KARDEŞLER
1895'te Paris'teki Grand Cafe'de bilet
ücreti karşılığı halka gösterdiklerinde, sinema dünyasının perdesini de ilk kez
aralamış oldular. Bu dünyanın büyüsü daha o ilk anda kendisini gösterdi;
seyirciler 46 saniyelik filmlerden birini, 'Lumiere Fabrikasından Çıkan
İşçiler'i izlerken, perdede kendilerine doğru yaklaşmakta olan trenden korkup
salondan kaçıştılar.
Orta sınıfa eğlenceli vakit geçirme ve para
kazandırma fırsatı sunan bu küçük ve 'masum' dünya devasa bir hızla genişleyip
karmaşıklaştı. O küçük salondaki kaçışmadan yalnızca beş yıl sonra Avrupa'da ve
Amerika'da birbiri ardına büyük sinema salonları açılmaya, insanların peşinden
koştuğu yıldızlar türemeye başladı.
GERORGE MELİES
Sinemanın ticari yönünü görmüştür. Tiyatro, el becerisi ve
illüzyon ile ilgilenmektedir. Yaptığı canlandırmaları kayda almaya başlamıştır.
Ay’a seyahat filmi ile ilk film bütünlüğünü sağlamıştır.
Sular Üzerinde Yürüyen İsa, Kül Kedisi, Mavi Sakal bazı
filmleridir. Sinemada ilk olarak efektleri kullanmıştır. Uyarlama, öykülü,
bilim kurgu da ilk filmleri çevirmiştir.
EDWARD JAMES MUGGERİDGE
O dönemde çok merak edilen ve üzerine bahisler oynanan bir konu
vardı: Bir at, dört nala koşarken dört ayağı birden yerden kesilir mi?
Eadweard Muybridge, fotoğrafçı olduğu için dönemin Kaliforniya
Valisi tarafından bu soruyu araştırması için görevlendirilir.
Bunun üzerine atın hareket halindeki görüntüsünü yakalamaya
çalışan Muybridge, fotoğraf makinelerinden oluşan bir düzenek kurarak, 1/1000
enstantane hızıyla bu görüntüyü elde eder. 1878'de gerçekleştirdiği bu deneyde,
yaş kolodyum tekniğiyle dörtnala giden bir atın bütün hareketlerini kayıt
altına almayı başarır. Bu başarısıyla
sinemanın ilkel halini bulan kişi olmuştur.
Kullandığı aletin adı "zoopraxiscope"dur.
Atın 4 ayağının aynı anda havalandığı da kanıtlanmıştır.
EMİLE COHL
Sinema tarihçileri tarafından, sinema tarihindeki ilk canlandırma film kabul edilen FANTASMAGORİE isimli filmin yaratıcısıdır
Cohl, çizgilerinin sessiz ve renksiz olması gibi eksiklerine
karşın, buluşlarıyla sanatının büyüklüğünü kanıtlamıştır. Filmlerinde elle
yapılmış resim, kukla ve gerçek nesneler kullanarak doğaüstü bir dünya kurmuş
ve olanaksız gibi gözüken olaylar yaratmıştır.
FİLM D’ART
Film d’art akımı Fransa’da ortaya çıkmıştır.
Sinemanın hem ticari hem de bir sanatsal geleceği olduğunu
düşünüyorlardı.
1908 öncesi
ekonomik kriz nedeni ile başta Pathé olmak üzere pazarda yelerini korumak
zorunda olan Fransız film üreticileri krizin engellenmesi adına sinemayı
eğlence olmaktan çıkarıp tiyatroya benzer bir gösteriye dönüştürerek edebiyat
çevreleriyle aristokratlar arasında sinemaya ilgi duyulmasını sağlama yöntemini
geliştirmişlerdi.
Bu yeni tarz aydınlar arasında beklenmedik
şekilde ilgi uyandırmıştı. 28 Şubat 1908’de Lafitte Kardeşler, Film D’Art’ı
kurmuştur.
Bu dönemde
“sanat filmi” denilen ama daha çok “tiyatro filmi” olarak
nitelendirilebileceğimiz filmler çekilmiştir. Bu dönemde Fransız tiyatrosunun
en önemli eserleri filme alınmıştır.
Film d’art akımı buna rağmen çok başarılı olamamıştır. Bunun
nedeni o dönemin sessiz filmlerinin aksine tiyatronun daha çok sese
dayanmasıdır. Bu fark tiyatroyu örnek alan sinema için bir dezavantajdır.
Birçok dezavantajına rağmen bu akımın getirmiş olduğu birçok
olumlu yan vardır. Özellikle “sanat”
kavramının sinemayla bağdaşması bu akım sayesinde olmuştur.
Aydınlar ve soylular bu akıma uyan filmleri seyrederek
sinemayı daha “ciddi”ye almışlardır. Daha
önceleri geniş halk kitlelerinin ilgisini çeken sinema böylelikle okumuş
kitlelerinde beğenisini kazanmaya başlamıştır.
Aydın kesime hitap eden burjuva sinemasının en
ünlü filmi Le Bargy ve Calmettes’in Guise Dükünün Katli (1908) adlı filmidir.
Bu tarihten sonra sinema artık yedinci sanat
olarak tarihte yerini almaya başlamıştır.
Bu akımla ilk kez
star sistemi de başlamıştır. Oyuncular artık özenle seçilmeye başlanmıştır.
PANAYIR SİNEMASI
Özellikle
sinemanın ilk dönemlerinde, yerleşik sinemanın yaygınlaşmadığı sıralarda gezici
sinemanın panayır yerleri dolaşan çeşididir.
Aynı tarz
filmlerin çekilmesi ile sinemaya olan ilgi azalmıştır. Bunun üzerine bazı büyük
şirketler ücretsiz bilet dağıtmaya başlamışlardır.
Panayır sineması Pathe ve Gaumant adlı iki
girişimci tarafından ortaya çıkarılmıştır. Lumier kardeşlerin sinemaya bilimsel
yaklaşımları, Melies’in şiirsel bakış açılarını ‘halk sinemasına’ katmışlardır.
Sinema halka, taşraya hitap etmeye başlamıştır.
Bununla birlikte ticari, endüstriyel sinema
dönemi başlamıştır. Pathe, sinema sanayisini başlatmıştır.
Sinemanın
konusu, ilgi alanı değişmiştir. Günceli ve şaşırmayı bırakıp, tarih boyunca
geniş kilelerin ilgisini çekmiş olan gönül ilişkilerine, melodrama ve daha
sonra a güldürüye ağırlık tanımışlardır.
Amerikan
sinemasının kuruluş yıllarının en önemli yönetmenidir. Sinema alanın elektrikçi
ve film göstericisi olarak adım atan Porter, 1899’da Edison’un yapımevine
girdi. Kısa bir süre sonra da, Edison adına film yönetmeye başladı. 1899-1902
yılları arasında Melies’in çalışmalarını örnek alan filmler yaptıktan sonra,
Amerikan sinemasının gelişmesinde önemli bir yere sahip filmlere imza attı.
İlk önemli
filmi, altı dakika uzunluğundaki The Life Of An American Fireman – Bir
Amerikan İtfaiyecisinin Yaşamı – 1903 kurguya dayanan bir sinema anlayışının ilk örneği oldu.
Bu filmde kurgu vardır ve oyunculuklar
tiyatrovaridir.
İtfaiyecilerin
çabasıyla ana-kızın korkulu dakikalarının dönüşümlü olarak verilmesi,
umutsuzluğun yükselişinin dramatik bir gerilim yaratması ve mutlu sonra
ana-kızın kucaklaşması, ilk kez
ustalıklı bir kurguyla veriliyordu. Her sahne, hem bir olay anlatıyor, hem
de bir sonrakine eklenerek, yeni bir anlam oluşturmaya başlıyordu. Filmde, ilk kez yakın plan da
kullanılıyordu. Bir sahneden bir sahneye geçiş ise kararma, açılma yoluyla
yapılıyordu. Seyirci, gerçek bir olay karşısındaymış gibi itfaiyecilerle özdeşleşiyor,
ana-kızın kurtarılmasını istiyordu. Daha önce, hiçbir film bu türden bir
duyguya yol açmamıştı. Duygusal çözümün gerçekliğe yakın olması, seyircinin
filmin kahramanıyla özdeşleşmesine yol açıyordu. Lumière Kardeşler’in ya da
melies’nin sinemasında görülmeyen özdeşleşme kavramı, Amerikan sinemasının
temel doğrultusu olmuştur.
Amerikan sinemasının daha sonraki yıllarda
izleyeceği yolu daha belirgin bir biçimde belirleyen film ise, yine Edwin S.
Porter’in 1903 yılı yapımı filmi The Great Train Robbery – Büyük Tren Soygunu
oldu.
Porter, bu
filmde gerçeklerden yola çıkıyor, itfaiyecilerin yaşamı yerine bir treni
soymaya kalkan haydutları konu ediniyordu. Ama bu kez, dramatik gelişim çok
daha ağır basıyordu. Filmin bölündüğü sahneler bir tren soygununun çeşitli
aşamalarını konu ediniyor, haydutlar önce tren istasyonuna geliyor, sonra
soygun yapılıyor, haydutların peşine düşülüyor ve haydutlar yakalanıyordu. Birbirini
izleyen sahneler, bir olayı anlatmaktan çok seyircinin duyarlığını etkilemeyi
amaçlıyordu. Seyirci ilk kez bir haydutla bir demiryolcunun dövüşmesini
yakından görüyordu. Perdeye ateş edildiğinde seyirci korkmuştur.
O güne kadar
çekilen filmlerde oyuncuların hareketi yatay düzlemde soldan sağa ya da sağdan
sola olacak şekilde düzenleniyordu. Fakat Porter filminde bir atlıyı arka
plandan ön plana koşturarak derinlik hissi
yarattı. Bir soyguncunun silahını kameraya doğrultup ateşlemesini yakın planda gösterdi. Filmi elle
kırmızıya boyayarak silah patlaması efekti de verdi.
Film ayrıca,
Amerikan sinemasının en önemli dalı olan
western sinemasının da ilk örneğini oluşturuyordu. Film 12 dakika sürer ve Edwin
S. Porter’in en önemli filmidir.
İlk kez Newyork’ta oynatılan film yabancı
ülkelere de satılmıştır.
DAVİD WARK GRİFFİTH
Griffith’e
büyük bir şöhret kazandıran 1915 yapımı
filmi Bir Ulusun
Doğuşu’nda isimli filmdir ve
dönemin başyapıt filmlerindendir. ilk uzun metrajlı Amerikan filmiydi.
İç Savaç
öncesi ve savaş sırasındaki durum gözler önüne serilir. İkinci bölümde
kölelerin Kuzeyliler tarafından kışkırtılması anlatılır. Son bölümde ise Ku
Klux Klan devreye girer ve müdahale eder. Ku Klux Klan; 1865'te ABD'nin
Tennessee eyaletinde kurulan, siyahi karşıtı, beyaz üstünlükçüsü ve göçmen
karşıtı, ırkçı bir gizli örgüttür Griffith, kölelik zamanlarında hayli memnun
resmettiği zencileri küçümsediği, savaş sırasında ise onları Kuzeyliler’in maşa
olarak kullandığı isyancı vahşiler olarak gösterdiği ve Ku Klux Klan’ı övdüğü
gerekçesiyle eleştirilir. Yani genel olarak filmde siyahilere karşı ırkçı
tutumundan dolayı eleştirilmiştir.
D.W. Griffith 1916 yapımı Hoşgörüsüzlük filmini bir
önceki filminden sonra karşılaştığını düşündüğü hoşgörüsüzlüğe tepki olarak
çeker. Dört farklı hikaye anlatılır filmde: İsa’nın çarmıha gerilmesi.
İskender’in Babil’i alması, Fransa’da protestanların öldürülmesi ve gelecekte
bir mahkumun idamını beklemesi. Önceki filmin başarısına güvenen bankalardan
alınan kredilerle çekilen bu film de bir başyapıt çizgisindedir. İki milyon
dolara mâl olan Babil seti ve binlerce figüranla çekilen kalabalık sahnelerine
rağmen çok fazla iş yapmaz bu dev bütçeli film.
Hoşgörüsüzlük,
çağın ilerisinde bir filmdi. Film çok uzundu ve ileri düzeyde entelektüel bir
filmdi. Büyük anlatılar olmasına rağmen seyirci anlayamamış ve izleyememiştir.
O dönemde pek anlaşılamadığından ticari olarak ta başarısız olmuştur.
Griffith, sinema teknolojilerine hakimiyetinin
yanı sıra geliştirdiği görsel ve kurgusal hikaye anlatma teknikleriyle dünya
sinemasına yön veren adam olmuştur.
Sinema dilinin kurucusu sayılmaktadır. Sinema
çekimlerini kurgulayarak bir dil haline getirmiştir.
Slapstick comedy; fiziksel espri üzerine kurulu
komedi film türü demektir ve bu dönemde çok izlenmiştir.
Eleştirmenler tarafından bu film sanat eserleri
ile kıyaslanmıştır ki, bu da sinemanın bir sanat olarak kabulü manası
taşımaktadır.
Griffith, sanat gerçekliğiyle bağdaşabilen
tutarlı bir sinema dilini ilk kullanan kişidir.
Griffith, tartışmasız bir kesinlikle dekupajın,
montajın, kamera hareketlerinin getirdiği bu olanakları ciddi bir biçimde
uygulayıp kullanan ilk sanatçıdır.
Plan yüksekliklerini, hareketli kameranın
etkinliğini, anlatısal montajı, geriye dönüşü getirmiştir.
Işığı sahneye göre kullanmıştır. Anlam katan
dramatik aydınlatmayı kullanmıştır.
Sanat yönetmeni tarafından müthiş dekorlar ve
kostümler kullanılmıştır.
ABD SİNEMA ENDÜSTRİSİNİN EN GÜÇLÜ FİLM
ŞİRKETLERİ
- Disney
- Fox
- MGM
- Buena Vista
- Warner Bros.
- Sony/Columbia Pictures
- Universal
- Lionsgate
- Paramount
- The Weinstein Company (TWC)
AMERİKAN SİNEMASININ BENZER İSİMLERİ
- Ana Akım
Sinema
- Hollywood
Sineması
- Ticari (Tecimsel)
Sinema
-
Konvansiyonel (Geleneksel) Sinema
- ABD
Sineması
-
Endüstriyel Sinema
- Birinci
Sinema
AVRUPA SİNEMASININ BENZER İSİMLERİ
- Sanat
Sineması
- İkinci
Sinema
HAYS YASASI
1920'lerin sonlarında seks ve uyuşturucu haberleriyle gündeme
gelen Hollywood 'Günahlar Şehri' adıyla ün yapmıştı. Cinselliği ve şiddeti konu
edinen filmler kiliseyi de öfkelendirmişti. Resmi sansürden çekinen stüdyolar,
ahlaki ölçütler belirlemek üzere Will H.Hays başkanlığında bir büro kurdu.
Sonuçta 1930'da epey muhafazakar ve ırkçı bir sansür uygulaması ortaya
çıktı.
1930-1967 seneleri arasında Amerikan film endüstrisinde geçerli
olan the production code kod olarak da anılan bir tur sansür mekanizmasıdır. MPAA (filmlere ve filmlerin
reklam malzemesine sınıflandırma damgaları veren kuruluşun adı olan 'motion
picture association of Amerika' sözcüklerinin kısaltması.) kodu 1934 senesinde
zorunlu olarak uygulamaya soktuktan sonra en nihayetinde 1967'de uygulamayı
iptal etmiştir.
Amerikan filmlerinde seyircinin izleyeceği filmin kalitesini
korumak amacıyla çıkarılan Amerikan film endüstrisi yasaları olarak da ifade edebileceğimiz
bu koda göre;
- Cinayeti özendirici, katili iyi, taktir edilen bir is yapan biri olarak göstermek kesinlikle yasaklanmıştır. Cinayet islenme şekli asla hayal gücünü çalıştıracak şekilde gösterilmemelidir. Vahşi cinayetlerin gösterilmesine asla izin verilmemektedir.
- Alkol, uyuşturucu trafiği gibi unsurlar filmlerde mümkün mertebe gösterilmemelidir.
- Tutkulu öpüşme, tutkulu sevişme sahnelerine asla izin verilmemektedir. Bastan çıkarma, iğfal etme ve tecavüz sahnelerine asla izin verilmemektedir. Cinsel sapıklığın ifadesi söz konusu bile değildir. Çıplaklık yasaklanmıştır. Soyunma ve giyinme sahneleri filmlerde gösterilmez.
- Doğum sahnelerine gösterilmesine ve hatta temsiline izin verilmemektedir. Çocuk cinsel organları gösterilmemektedir.
- Kaba, küfürlü metinler ile acık saçık, müstehcen konuşmalar yasaklanmıştır.
- Tanrıya, peygamberine saygısızlık içeren metin, görüntüler yasaklanmıştır. Dinsel unsurların komik olarak gösterilmesi yasaktır.
- Amerikan bayrağını filmlerde özenle kullanılmalı. Ulusa mal olmuş kişiler iyi, adil bir şekilde gösterilmelidir.
- İnsan ve doğa
kanunlarının eleştirilmesi yasaktır.
Buna göre;
Sinema hızla
gelişmiş ve hızla gelişen sinema kontrol altına alınmaya çalışılmıştır.
Sinemanın genel ahlakı bozmasının önüne geçmek için bu sınırlamalar
getirilmiştir. Sansür konulmuştur.
Kişisel özgürlük
alanı her ne kadar sınırsız kabul edilse de başkalarının özgürlük alanına
girildiğinde özgürlüğe şüphesiz bir sınır getirilecektir mutlak bir özgürlüğün
mümkün olmadığının göstergesidir bu durum.
Sansür değil
düzenlemeler ile beli sınırlamalar konabilir.
ALMAN DIŞAVURUMCULUĞU
Öncelikle resimde görülmüş, daha sonra heykel, mimari,
edebiyat, tiyatro ve müziğe yansımıştır.
Duygusal tepkileri
yansıtmak amacıyla çizgi ve rengin doğadan bağımsız kılınarak oldukça özgür bir
biçimde kullanımıyla, kalın boya hamuru yoğun renk, karşıt değerler ve biçim
bozma resimde kullanılan Ekspresyonist üsluptur.
Diğer adıyla "Ekspresyonizm" olarak da bilinen dışa
vurumculuğun resimdeki temsilcisi Picasso'dur.
Resimler artık insanları düşünmeye sevk etmelidir.
Refah, aşırı
uzmanlaşma, ekonomik rahatlık gibi beşeri olumlulukların hiçbiri insanı memnun
etmemiştir ve nihayetinde paylaşım savaşları başlamıştır. Bu savaşların
neticesi ile de halk kaos, kargaşa ve buhran ortamına düşmüştür.
Dışavurumcu akım en çok Almanya'da talep görmüştür. Bunun
temelinde de Germen ülkelerinin yaşadığı toplumsal bunalımlar ve baskı
rejimlerinin etkisi vardır. Halk ve aydın kesim bastırılmış, sindirilmiş duygu
ve düşüncelerini dışavurumcu (Ekspresyonist) bir tarzda sanata yansıtmışlardır.
Bir başkaldırının meyvesidir dışavurumculuk.
Toplumların başına gelen olaylar, toplumu etkileyen herşey
sanatı ve bir sanat olan sinemayı da etkiler.
1919-1939 yılları
arasında Almanya’da Alman dışavurumcu akımının etkisi ile Dışavurumcu Alman
sineması ortaya çıkmıştır.
Bu dönemde fantastik dünyaya ışık tutan belli
başlı filmler şunlardır:
Praglı
Öğrenci (1913) - Golem (1914) - Homunculus (1916) - Doktor Kaligari'nin
Muayenehanesi (1919)
Dışavurumculukta;
- gölgeli bir
ışıklandırma,
- ışık ve gölge
arasındaki konstrat sert,
- gerçeküstü bir
dekor,
- yapay rol yapma ve
abartılı oyunculuk,
- gerçek olmayan bir
dünyada gezinen kameranın aşırı üslubu dikkat çeker.
Filmlerde kaba ve
barbar görüntüler hakimdir.
Ölüm ve düşük yaşama
ilişkin nesnelerle beraber, savaşın kızıştırdığı umutsuzluk ve erime bu dönemin
konularıdır.
Daha iyi bir dünya
düşlenir. Bu düşle birlikte "Gerçekçilik" bir kenara bırakılmış,
soyut ve metafizik olana yönelme olmuştur.
Görsel anlatım
güçlüdür. Güncel hayat dikkate alınmamış ve "BEN'İN" derinliklerine
inilmeye çalışılmıştır.
Perspektif yoktur,
hiçbir şey gerçek dünyadaki gibi değildir.
Üçgen, kare ve
yıldız şekilli figürler yoğun kullanılmıştır.
Dekorlar izleyicinin
üzerine doğru gelir.
Müzikler yoğun bir
hava katar.
Makyajlar
abartılıdır.
Beyaz yüzler
kullanılarak anlatı soyutlanır.
Filmlerde yamuk,
çarık nitelikte doğa dışı objelerle, yamulmuş ağaçlarla, bükülmüş dağlarla bir
anlatı sağlanır.
Bu dönemdeki
sinemada trajedi, korku, kargaşa ve kaos kullanılır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder