Liberal
yani özgürlükçü ve rekabetçi ekonominin hakim olduğu Amerika’da sinema
sektörünün dünya ölçeğinde ticari olarak elinde tutan Hollywood tarafından yine
bu ticari faaliyetler kapsamında rekabetçilikte ön planda olmak üzere sinemada
tür kavramı 1920’lerde ortaya çıkmıştır. Bu türler arasında yer alan western
tür sineması da Hollywood film sektörü tarafından bir tür olarak kendine has
özellikleri ile ticari saiklerle üretilmiş, ortaya çıkarılmıştır.
Bu açıklamalar ışığında 1952 tarihli
Kahraman
Şerif (High Noon) filminin
bir tür filmi olan western film türü özellikleri gösterip göstermediğinin tür
filmlerinin de genel özellikleri göz önüne alınarak değerlendirmesi
yapılacaktır.
Kahraman Şerif[1]
(High Noon) 1952 ABD yapımı bir filmidir. Senaryosunu Carl Foreman, John W.
Cunningham'ın kısa öyküsü The Tin Star'dan uyarlamış, filmi Fred Zinnemann
yönetmiştir.[2]
Filmin tema şarkısı
"Do Not Forsake Me" (veya diğer adıyla "The Ballad of High
Noon") filmde, tam evlenip emekli olacağı gün ölümcül düşmanlarının
kasabaya intikam için geri geleceklerini öğrenen ve kasabayı terkedip
gidemeyecek kadar gururlu olan Şerif Will Kane'in (Gary Cooper) korkmuş ve
sindirilmiş kasaba ahalisinden beklediği desteği bulamayarak düşmanları
karşısında tek başına mücadele etmek zorunda kalması anlatmaktadır.[3]
Western
filmlerin başat unsurları zaman ve mekân unsurlarıdır. Western ya da kovboy sineması Amerika‘da iç savaşın sona
erdiği 1865 yılı ile 19.yüzyılın sonları arsındaki dönemde, ülkenin
kanunsuzluğun kol gezdiği sınır boylarındaki yerleşim bölgelerini ele alır ve
genellikle yasadışı işlere karışanları (kötüleri) adalete teslim eden
(cezalandıran) bir kovboyun (iyinin) öyküsünü anlatır. Yani Kuzey Amerika’nın batı kısmında
geçen ve yaklaşık olarak 1850 ve 1890 yılları arası tarihi olayları konu alan
film türüdür.
Kahraman Şerif filmi mekân olarak
kuzey Amerika’da bulunan Hadleyville isimli bir kasabada geçmektedir. Zaman aralığı bakımından
film vahşi batı sürecinin yaşandığı bir zaman sürecinde geçmektedir. Bu
bakımdan film mekân ve zaman bağlamında bir western film özelliği
göstermektedir.
Western film türü düzenli ve kapalı bir dünyaya
sahiptir. Daha çok film küçük bir kasabada geçer. Filme bakıldığında da filmin çoğu kasabada geçmektedir. Asıl konu ve
yoğunluk söz konusu kasabada geçmektedir. Bu film klasik trajedinin gücünü yaratan üç temel
özelliği mekân, zaman, tema birliğini başarılı şekilde işleniştir. Buna göre film western film tür özelliklerini göstermektedir.
Western
filmleri tür filmlerin hepsi için geçerli olan giriş, gelişme ve sonuç bölümlerinden
oluşur ve bu bölümlerin sıkı sıkıya örüldüğü, karakterlerin belirgin
hedeflerinin ve geçmişlerinin olduğu, neden ve sonucun birbirini takip ettiği,
cevapsız soruların kalmadığı klasik anlatı yapısını kullanır. Hollywood
sinemasının tüm türleri içinde geçerli olan bu basit anlatı şeklinde,
başlangıçtan sonra gelişmeye geçmeden önce anlatı çatışmalarla genişletilir.
Bazen çatışma filmin hemen başında da olabilir. Daha sonra ana karakter
tarafından çelişkinin giderilmesi, çatışmanın çözülmesi ile film sonlanır.
Sonun istenilen gibi olmasından ziyade etkili bir son olması en önemli
özelliklerdendir. Temelde amaç daha fazla seyircinin ortak duygularına hitap
etmektir. Bu türde anlatının daha açık kılındığı ve ayrıntılandırıldığı
görülür.
Filmin basitçe
hikâyesine bakıldığında Will Kane bir Amerikan kasabasının uzun süre boyunca
şerifliğini yapmıştır fakat artık görevini devrederek ve de evlenerek farklı
bir hayat kurma hayalindedir. Hikâyenin krize girdiği nokta eski suçlulardan
Frank Miller’ın serbest bırakıldığının ve kasabaya geri dönüyor olduğunun
öğrenildiği ana denk gelmektedir. Çatışma da asıl burada başlamaktadır. Çünkü
zamanında Miller’ı yakalatan dönemin şerifi Kane’dir ve onun dönüşü bir intikam
karşılaşması doğuracaktır. Film gelişir, beklenen karşılaşma olur ve iyi
karakter kötü karakterleri öldürür ve film sonlanır.[4]
Bu bakımdan film bu öykü kurgusu ile klasik anlatı şartlarını taşımaktadır.
Üç kişilik küçük bir çetenin kasaba meydanından
etrafa korku salarak geçişinin gösterilmesiyle başlayan film seyirciyi hızla
bir nikâh törenine götürmektedir. Evlenen şerif Will Kane’dir. Kasaba halkından
kimselerin törende bulunmaması ve nikâhın kilisede değil de yargıcın ofisinde
yapılıyor olması geleneklerle bağdaşmadığından, hayli şaşırtıcıdır. Ama bunun
bir nedeni[5]
var tabi ki ve filmin devamında bu husus cevabını bulmaktadır.
Bütün yaşamını kanun adamı olarak geçiren Kane,
emeklilikten ve evliliğin getireceği yeni hayattan korkmasına karşın hayal
kırıklığına uğratmak istemediği karısına, elinden geleni yapacağına dair söz
vermiştir. Silahına veda edecek, şehirde bir mağaza açacak ve çocuklarını
büyüteceklerdir. Silahını ve rozetini yargıca teslim ederken yeni şerifin henüz
gelmemiş olmasından dolayı “endişeli” olduğunu söyleyen ve silahını çıkarmamak
için bahane aradığını düşündüğümüz Kane’in yeni hayatına alışmakta çok zorluk
çekeceğinin ilk ipuçları burada görülmektedir.
Kanun kaçaklarının doludizgin at koşturduğu,
kadınların ve çocukların dışarı çıkmaya cesaret edemediği tipik bir “vahşi
batı” kasabası olan Hadleyville, Şerif Kane ile birlikte çok değişmiştir.
Kasabanın azılı suçlusu Frank Miller yakalanarak, adalete teslim edilmiş ve
idama mahkûm edilmiştir. Kasaba huzura kavuşmuş, “ahlaklı kadınlar” rahatlıkla
sokaklarda dolaşmaya başlamış, çocuklar yeniden dışarda oynamaya başlamıştır.
Kamera seyirciye oyun oynayan çocuklar, tıraş olan, sohbet eden insanlar,
kiliseye gitmek için hazırlık yapanlar hatta barda içki içenler olmak üzere
bütün kasabayı ve insanları gösterir. Hava güzel, her şey sakin, huzurlu ve
gündelik hayatta olması gerektiği gibi, bilindiktir.
Silahını ve rozetini bırakan Kane, arkadaşlarıyla
vedalaşırken telgrafçı içeri girer. Hapisten kaçan Frank Miller’ın öğlen
treniyle kasabaya geldiği haberini verir. Bu Kane için açık bir macera
çağrısıdır. Telgrafçı da macera çağrısını kahramana ileten haberci rolünü
üstlenmiştir. Habercinin gelişiyle Kane’in gündelik yaşamında bazı şeylerin
değişeceği anlaşılır. Asıl anlatının düğüm teri, çatışmanın başlangıç noktası
şüphesiz bu durumdur. Dostları başının belaya girmemesi için kaçması gerektiği
söyleyerek, şerifi apar topar arabaya bindirerek kasabadan gönderirler. Korku
içindeki kasabalı Miller ile Kane’in tekrar karşı karşıya gelmesini engellemek
istemektedir. [6]
Şerif, Miller’ı tutuklayarak hapse göndermişse de, bir kez daha başaramayacağı
ve azılı haydudun “olması gerektiğinden” daha acımasız davranacağından
korkulmaktadır.
Burada üzerinde durulması gereken hususlardan biri
de Miller’ın bu kadar suçu olması ve hatta idam edilmesi gerektiği halde nasıl
serbest kaldığı meselesidir. Bunu cevaplamak için dönemin özelliklerini ve o
denemde bu konu ile neyin üzerinde durulduğunu bilmek gerekmektedir.[7] Şüphesiz o dönemin yönetim anlayışının ideolojik bir eleştirisinin
tezahürüdür bu durum.
Burada gelen haber ile çatışma başlamıştır. Bu bir
sorundur ve doğrusal nedenselliklere bağlı olarak devam edilecek olaylar bu
çatışmanın çözümü yönlü devam etmektedir.
Kaçtıklarının farkında olmayan Amy mutludur ve
sevgi dolu bakışlarla kocasına sarılırken görülür. Araba gözden kaybolurken şerif
yardımcısı, kız arkadaşına “Kane ve yeni karısının hızlı bir şekilde kasabadan
ayrıldığını’’ söyler ve “onu daha önce atları böylesine kamçılarken
görmemiştim’’ der. Kane’in daha önce asla yapmadığı bir davranışı sergilediği
açıkça dile getirilerek seyircideki merak, heyecan ve gerilimin dozu bu şekilde
artırılmaktadır.
Amy mutlu ancak kasabadan ayrıldıklarına inanamaz
bir şaşkınlık içindedir. Kane ise doğru olanı yapıp yapmadığını düşünmektedir.
Yüz ifadesi, evlenerek yeni bir hayata başlamayı düşünen insanların mutluluğunu
yansıtmaz. Kane’in bu ikilemine ortak edilen seyirci, şerifin durmasını bir
“kahraman” gibi geri dönmesini ister, zaten öyle de olacağı hissedilir. Kane,
Amy’e rağmen geri döner ve artık hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını
anlaşılır.
Miller’dan kaçmak, pişmanlık içinde bir ömür sürmek
ve onunla bilinmedik başka yerde karşılaşmak yerine gerekirse, “kendi
kasabasında’’ ölmeyi tercih etmektedir. ‘’Öldürmenin’’ Amy’nin inançlarına
aykırı olduğunu ve ilk trenle kasabayı terk edeceğini bilmesine karşın Kane
yeniden silahını kuşanır.
Kocasından ayrılan ve kasabadan gitmek isteyen Amy,
geçmişte yaptıklarına karşın Kane’in kasabada sevilmediğini öğrenir. Bu Amy
için, her şey sona erince beraber yaşayacağı veya ölünce yasını tutacağı adam
olan Kane’i tanıma ve gerçeklerle yüzleşme anıdır. Her şeyi bilecek ve son
kararını ona göre verecektir. İlk kurşun atıldığında trene binekten vazgeçerek
kasabaya dönen Amy, kocasının bıraktığı vasiyeti okuduktan sonra her şeyi
öğrenmiş olarak inancı dâhil her şeyi bir kenara bırakacak ve bir an bile
duraksamadan yardıma koşacaktır. Babası ve kardeşlerinin öldürülmelerine karşın
intikam almak yerine kayıtsızlığı seçen Amy bu kez silahı eline almakta asla
tereddüt etmeyecektir.
Film Amy hakkında hiçbir ayrıntı vermez. Kimdir,
nedir, Kane ile nasıl tanışmıştır ve böyle bir kasabada ne işi vardır bilinmez.
Ailesinin öldürülmesi üzerine “quaker” olmayı seçen Amy birçok yerde seyircinin
yansımasıdır. Seyirci de ilk anda Amy gibi, Kane hakkında hiçbir şey bilmez,
kendine sırtını dönen kasabalı için mücadeleye değmeyeceğini düşünür ancak
tanıdıkça ve olan biteni öğrendikçe yanında yer almaya başlar.
Western filmlerde erkek hegemonyası hakimdir ve
kadın genellikle arka plandadır. Kadın genellikle iki halde karşımıza
çıkmaktadır. İlki evde veya çiftlikte bir ev kadını ikincisi ise bir barda
temizlikçi veya hayat kadını olarak. Bir kadın ön plana çıkıyor ise mesela
çalışıyor ise öğretmen olarak karşımıza çıkabilir ve genellikle de bu kadının
saç rengi sarıdır. Yani açık tenli ve sarışın kadınlar genellikle daha
olumlanmış rollerde yer almaktadırlar. Bu türe uyumlu hali ile burada da
Amy sarışındır ve ev kadınıdır.
İyi
ve kötü karakterler vardır. Katiller, demiryolu sahipleri, kızılderililer veya
soyguncular kötü karakterlerdir. İyi karakter bellidir; şerif. Kötü karakter
ise Miller ve çetesidir.
Western filmlerde ideal olan iyi
karakterlerdir. Ana karakter iyi aile babasıdır, örnek insandır ve çalışkandır.
Kahramanlıkları ile öne çıkmış başarılı insandır. Sıcak bir yuva vardır ve
sıcaklık burada hissedilir. Kovboy aslında sığır
çobanı da olsa aynı zamanda dürüstlük, namus, onur, görev bilinci gibi
kavramların da bekçiliğini yapar, suçsuzların yanında yer alır, suçluları cezalandırır.
Kültürsüz ama romantik bir serüven adamıdır kovboy. Yine
söz konusu kurguda karakterlerin
belirgin hedefleri ve geçmişleri vardır, seyirci ile özdeştirilecek düzeyde
bunlar işlenmiştir.
Kahramanın
yolculuğu, gündelik hayattan sıyrılarak varoluşunu anlayabilmek için tüm
korkularına rağmen cesur davranmak zorunda olan insanın macerasını ifade eder.
Cesur olunmazsa bu süreç yolculuk değil, yalnızca kısırdöngü olur. Western filmlerindeki
kahramanlar genelde yanında bir çeteyle pat pat herkesi vuran tipler, ama bu
filmde böyle değil. Korkusuz, keskin nişancı ve çok hızlı bir karakter yok
karşımızda. Sadece onurlu bir şerif var. Şerifin yalnızlığı, dışlanılmışlığı çok
iyi anlatılmamıştır.
Will Kane, hikâyenin ana karakteri olarak izleyiciye bu özdeşleşmeyi
sunarken, öte yandan zamanın ve mekânın bekleyişi de güçlü bir tavırla ve
üstelik diri bir karakter olmadan benzer bir durumu oluşturmaktadır.
Bu tespitlere göre genel western
filmlerinde gördüğümüz yiğitlik gösterileri yerine çaresizlik, korku ve bir
nevi ihanet temalarını işlemesi, western türü için büyük bir yenilik
getirmiştir. Yani psikolojik yönleri ağar basan bir western filmi olması bu
filmi farklı kılmıştır.
Miller’i idama mahkûm eden yargıç da kasabayı terk
eder. Yasayı güvence altına alan bir irade yoksa yasanın anlamsızlığını ortaya
koyan, ezilenlerin, haksızlığa uğrayanların hakkını savunacak, zorbalığa karşı
koyacak kanun adamı da kaçınca Kane’in yükü bir kat daha artar. Şerifin, adam
toplamak için geldiği kasabanın barında, herkes Miller’ın Kane’i öldüreceğinden
söz etmektedir. Barmen, içeridekilerin Miller’ın dostları olduğunu, yanlış
kapıya geldiğini söyler. Bu ilk hayal kırıklığıdır ve çocukların “Kane öldü,
Kane öldü’’ diye kasaba sokaklarında koşuşturdukları duyulur. Yakın dostunun
evine gider ancak arkadaşı onu karşılamak yerine gizlenir ve karısına evde
olmadığını söyletir. Art arda gelen bu sahneler Kane’in de kasabam dediği yeri,
dostlarım dediği insanları gerçek anlamda tanımaya başladığı andır. Çaresiz
kalan şerif Kane dindar biri olmamasına, evliliğini bile Kilise dışında yapmasına
karşın Kilise’ye gider.[8]
Will Kane beklemekte olduğu karşılaşma için yanında onunla birlikte bu
çatışmaya katılacak birilerini aramaktadır. Onun bu arayışı, aslında tüm geçen
vakti örten süreç olarak filme konumlandırılmıştır. Her defasında da bu
karşılaşmada yalnız olacağının kabulüne biraz daha yaklaşır. Bu arayışlarının
bir durağı da kilise olur. Orada toplanan kasabalıdan topluca yardım istemeye
gider. Frank Miller, bu kasabanın eski ve ortak bir sorunu olduğundan ve herkes durumun ve tehlikenin farkındadır. Öncesinde dini bir
amaç doğrultusunda toplanmış olan kasabalılar, Will Kane’in beraberinde
getirdiği sorunla birlikte bulundukları mekânı -kiliseyi- toplu olarak bir
tartışma alanına dönüştürürler. Bu durum bir anlamda, papazı kürsü arkasında
sessiz bırakıp, direkt olarak kendilerinin katıldığı bir karar kurumu ya da
meclisi (demokrasi bağlamında) yaratımı olarak değerlendirilebilir.
Kane’in konuşmasından etkilenen birçok adam gönüllü
olmaya hazırken, bir başkasının ortaya çıkarak, Kane’in şeriflik görevinin sona
erdiğini, Miller ile arasındaki sorunun kişisel olduğunu söylemesi üzerine
vazgeçerler. Kane’in geçmişteki çabaları olmasa, asla sokaklara çıkmaya cesaret
edemeyecek çocukların Kilise bahçesinde güvenle oynadıklarını gören seyirci,
kasabalı hakkında olumsuz düşünmeye başlar. Konuşmalar bir karara varmadan
uzayıp gider.[9]
Çaldığı her kapı yüzüne kapatılan şerif, bildiği
ancak inkâr ettiği güçlerle yani Frank Miller’ın kasaba üzerindeki tahakkümüyle
yüzleşmeye başlar. Bu aşamada Amy ile özdeşleşen seyirci hem şaşırır hem de
korkar. Şerifin sanıldığı gibi iyi bir insan olmadığı, kıskançlıkla, bencilce
hatta haksızca davrandığı ve Miller’ı hapse atınca onun sevgilisiyle birlikte
olmaya başladığı ortaya çıkar. Unutmak için çaba gösterdiği şeyleri kasabalının
unutmadığını görmek Kane’i de korkutur ve “kasabam” dediği yerde en büyük
yalnızlığı yaşarken dostluklarının, arkadaşlıklarının sahte olduğunu anlamaya,
kendini feda etmesinin amacını sorgulamaya ve şüphe etmeye başlar.
Kimselerin kendisine yardım etmeyeceğini anladıktan
bir süre sonra atının yanına gider. Burası son kararın verileceği ve karar
verildikten sonra geri dönüşün olmayacağı yerdir. İlk anda kötüyle olan
savaşında şerifi destekleyen seyirci de fikir değiştirmiş, olan biteni
gördükten sonra böyle bir kasaba için değmeyeceği düşüncesine sahip olmuştur.
Ne var ki, seyircinin aksine Kane kalmaya, kadınlar, çocuklar ve adalet için
savaşmaya karar verir.[10]
Bu esnada yanına gelen eski yardımcısı ile olan kavgası kasabalı ile olan
kavgasıdır aslında. Hiç beklemediği darbeler alır, az sonra gireceği savaş
öncesi yorgunluğu artar hatta yaralanır ama yenmeyi başarır. Zorlu mücadelesine
girmeden önce kasabaya olan kızgınlığına da şefkatini de gösterir. Seyircinin
kızgınlığı da, öfkesi de iyice artmıştır.
Bireycilik, özgüven, rekabet ve başarı western
türü filmlere genel olarak yansımıştır. Filme bakıldığında ana karakter bu
unsurları başarılı bir şekilde işlendiği görülmektedir. Tek başına (bireyci ve
özgüvenle) kötü karakterleri altetmiştir. Şerif olmaya devam etme rekabet
olarak yansımıştır.
Öğlen olmasına, trenin gelmesine birkaç dakika
kalmıştır. Kane, ölümünden sonra açılmak üzere vasiyetini yazar. Tüm
kasabalının gözü saatlerdedir. Vasiyetini yazmaya başladığı ilk andan trenin
düdüğünün duyulmasına kadar geçen iki dakikalık süre boyunca karısı, eski
sevgilisi, arkadaşları, kilisedekiler, bardakiler kısaca bütün insanlar teker
teker seyirciye gösterilir. Saatin tik taklarıyla birlikte müzik de yükselerek
zaten öfkeli olan seyircinin gerilimi yavaş yavaş artırılır. Amy, Miller’ı
getiren trenle kasabayı terk etmek üzere istasyona giderken, kocasının önünden
geçtiği esnada dönüp yüzüne bakmaz bile. Bütün hayalleri yıkılan,
dostluklarının, arkadaşlıklarının büyük bir yalandan ibaret olduğunu anlayan
ancak geri adım atmamaya kararlı ve düşmanıyla tek başına karşılaşacak onurlu
bir adamın karısını götüren arabanın ardından bakarken gözüktüğü bomboş
sokaktaki yalnızlığının filmin en hüzünlü sahnesi olduğunu söylemeliyim.
High
noon İngilizce’de tam öğle vaktini imleyen bir söz kalıbıdır.
Filmin başlangıcından sonuna değin beklenilen an da bu vakte karşılık
gelmektedir. Bu anlamda zaman; üzerinde durulan, tekrarlarca hatırlatılan ve
film süresince de artık sadece bir akış olmaktan öte, orası için farklı anlam
kazanmış bir kavrama dönüşmektedir. Zaman akışının anlatımı direkt olarak saat
üzerinde akrep ve yelkovanın takibiyle sağlanır. Böylece aynı anda farklı
yerlerde neler olduğunu anlamayı sağlayan paralel kurgu kolayca takip
edilebilmektedir. Zaman ve onun film içindeki algılanışına dair bir diğer
önemli nokta; saatlerin başta sadece birer obje olan görüntüleri,
tekrarlanarak gösterildiğinde film dışında ve içinde geçen zamanın metrik
olarak aynı olmasına rağmen daha özelleştirilmiş bir anlam kazanması olarak
görülebilir. İzleyici tarafında saatin kaç olduğunu görme/bilme isteği ve ne
kadar sürenin kaldığını görmeye odaklı bir bekleyiş, bu tekrarlar ve yeniden
anlamlandırmalar sayesinde canlı tutulur. Ayrıca kastedilen ve geçen zamanın
eşliğine dair gelişen bağımlı bir devamlılık sayesinde güçlü bir özdeşleşme
kurulmaktadır.
Filmde geçen zaman ile
gerçek zaman hemen hemen aynıdır. Filmdeki olaylar filmin gerçek süresi olan
yaklaşık 1,5 saat içinde olup biter. Bu duruma sinemada çok az filmde
rastlanır. Filme olaylar sabah 10:35 'te başlar, öğleden sonra 12:15 'te biter.
Bu, filmin süresine oldukça yakın bir süredir.
Dekor mizansen bakımından
önemlidir. Dekorda birçok aksesuarlar kullanılabilir. Bazen bazı aksesuarlar
birden çok gösterilirler. Bu durumda bunlar artık motif olarak adlandırılırlar.
Filmde de saat bir aksesuar olmaktan çıkmış ve bir motif özelliği göstermiştir.
Yapayalnız kalan Will Kane,
haydut Frank Miller ve onu istasyonda karşılayan üç çete üyesiyle (birisi Lee Van Cleef) birden hesaplaşmak üzere yavaş yavaş kasabanın
meydanına doğru yürür. Saat 12'yi gösterdiğinde Will meydanda karşılaştığı dört
hayduttan ikisini vurur, kendi de yaralanır. Silah sesleri Helen ve Amy'nin
içinde oldukları hareket etmek üzere olan trenden duyulur. Amy kocasının
hayatını dini inançlarına üstün tutarak trenden iner, onun yanına gider ve
üçüncü silahşörü sırtından vurarak öldürür ama kendisi de Miller tarafından
rehin alınır. Amy, Miller'ın yüzünü tırnaklayarak bir an için elinden
kurtulunca Will, Miller'ı öldürür. Bu sahne ile Miller fiziksel olarak, yeni bir
hayata başlamak isteyen Kane de ruhsal olarak ölmüştür. Her şey bittikten sonra yavaş
yavaş meydanda toplanan korkak kasaba ahalisinin önünde Şerif Will yıldızını
çıkartarak onları aşağılayan bir tavırla yere fırlatır ve karısıyla birlikte
kasabayı terk ederler.
Western türünün
temel unsurlardan biri de şiddettir. Silah
çekmek günlük yaşamın bir parçası gibidir. Western türünün kişileri sık
sık kendi sözlerinin kanun olduğunu yinelerler. Her kişinin yasa anlayışı
kendine göre olduğu için silahına ilk davranan canını karşısındakinin
kurşunundan korumuş olur. Gerçekten de bütün bu insanların bellerindeki kemerde
bir ya da iki tabanca vardır. Filmde aslında şiddet unsuru sınırlı şekilde
işlenmiştir. Barda gerçekleşen kavga sahnesi ile filmin sonundaki öldürme
sahneleri ile yetinilmiştir.
Sonun istenilen gibi olmasından ziyade etkili bir son olması en
önemli özelliklerdendir. Temelde amaç daha fazla seyircinin ortak duygularına
hitap etmektir. Bu türde anlatının daha açık kılındığı ve ayrıntılandırıldığı
görülür. Film hem etkili hem de seyircinin özdeşleşeceği bir sonla bitmiştir.
Görüntüleme
ve ikonografiye bakıldığında belli olaylar hep belli yerlerde geçmektedir.
Kavga barda, düello kasaba meydanında, altın araması dağda ve nehir kenarında,
soygun posta arabası veya bankada, saldırılar tren demiryolunda iken, yerliler
askeri birliğe saldırırken ve toplantılar kilisede gerçekleşir. Filme bu
unsurlar açısından bakıldığında, kavga barda, düello olmasa da silahlı çatışma
kasaba meydanında ve toplantılar kilisede gerçekleşmiştir. Western türün
vazgeçilmezlerinden buharlı tren, tren istasyonu ve at arabası filmde görseller
arasında işlenmiştir.
Tüm bu hususlar birlikte değerlendirildiğinde
Kahraman
Şerif (High Noon) filminin
bir tür filmi olan western film türü özelliklerini getirmiş olduğu bazı
yenilikler ve farklı bakış açısı ile genel olarak gösterdiği savunulabilir. Bu
hali ile Kahraman
Şerif filmi western türü dramatik özellikleri taşıyan bir filmdir.
[2] Filmin çekimleri 28 günde bitirilmiş ve 750.000 dolar gibi oldukça düşük
bir bütçeyle tamamlanabilmiştir. Buna karşılık film bir yıl içinde ABD'de
3,750,000 dolar, aynı sürede Dünya ölçeğinde de 18,000,000 dolar hasılat elde
etmiştir.
[3] Filmin tema şarkısı "Do Not Forsake Me,
Oh, My Darlin'" (veya diğer adıyla "The Ballad of High Noon")
müzikal olmayan bir filmde kullanıldığı halde Oscar ödülü kazanmış ilk
şarkıdır.
[4] Film Senatör McCarthy'nin o
yıllarda ABD'de başlattığı komünist "cadı avı"
karşısında entelektüellerin suskun kalmasının bir alegorisidir. Aydınların kurtarmaya çalıştıkları
halk tarafından anlaşılamayıp yalnız bırakılmasının da bir alegorisidir.
Gariptir ki filmin senaristi ve yapımcısı Carl Foreman da senatörün Komünist
kara listesine girmekten Hollywood'un en ateşli Anti-Komünistlerinden
biri olan filmin başrol oyuncusu Gary Cooper sayesinde son anda ama geçici
olarak kurtulmuştur. Foreman daha sonra İngiltere'ye kaçmak zorunda kalmıştır.
[5] Will Kane’nin evlendiği Amy daha sonraki bir
sahnede dini inanışını değiştirdiğini söyler ve papazın da düğünün kilisede
yapılmaması ile ilgili serzeniş vardır. Amy’nin söylediği inanışın adı ‘quaker’dır.
Bu ise; Kilisenin ve Kutsal Kitab 'ın ( Bible)
otoritesini reddedip sadece Kutsal Ruh 'un otoritesini kabul ederler. Tanrı
'nın direk olarak insan kalbinde ortaya çıktığına inanan Quakerlar; ibadet, kredo, sakrament, rahip ve din görevlisi
kabul etmezler. ( Bu yönleriyle Mennonitler benzerler). Quakerlar sessizce düşünceye dalma toplantıları yaparlar ve
Kutsal Ruh 'un ilhamını beklerler.
Quakerlar,
büyük bir kayıtsızlık gösterir, başına buyruk olarak yaşar ; herkese "sen
" diye hitap eder ve hiç kimseye selam vermezler. Sade
giyimleri,dürüstlükleri,yardım severlikleri,ağırbaşlılıkları, ile tanınırlar.
Quakerlar,
öldürmek için hiçbir bahane kabul etmez, inançları gereği askerlik yapmaz ve
andiçmeyi istemezler. Köleliğe karşı olan quakerlar dünyada barışı temel prensip olarak alırlar.
Quakerlar 'ın
" Dostlar Cemiyeti ", başkalarına, savaşlarda savaşzedelere yardım
ederler. Sakramentli bir inancı benimsemeyen quakerlarda ibadet tamamen ruhidir; her samimi taraftarı
aydınlatan iç ışığa inanılır. Toplantı salonları, basit ve sadedir. Evlenmeler
basit bir dini törenle olur. Üç büyük toplantı zamanları vardır: aylık,üç aylık
ve yıllık.Bu toplantıların içerisinde en önemli olanı yıllık toplantılardır.
“Pekâlâ, ben diyorum ki, bu kasaba şerife para ile ödenemeyecek şeyler
borçlu. Bunu asla unutmayın. O gerçek bir kahraman ve iyi bir adam. Bugün
dönmek zorunda değildi. Ve kendi iyiliği ve kasabanın iyiliği için keşke
dönmeseydi. Çünkü Miller geldiğinde burada olmazsa içimden bir ses, bir sorun
çıkmayacağını söylüyor. Yarın yeni bir şerifimiz olacak. Bence gelene dek
hiçbir şey yapmayalım. Bence mantıklı olan, tek çıkar yol budur. Will, hala
vakit varken, sanırım gitsen iyi olur. Bu senin için ve bizim için iyi olur.”
[7] Filmin yapımcılarından biri
olan Stanley Kramer Hollywood'un saygın liberallerinden biridir. Avusturya asıllı olan yönetmen Fred Zinnemann ise ABD'ye Nazi'lerden kaçarak gelmiş
bir Anti-Faşist'tir. Tema şarkısını seslendiren Tex Ritter Cumhuriyetçi Parti'dendi ve aşırı sağcı olarak
biliniyordu. Filmin başrol oyuncusu Gary Cooper ateşli bir Komünizm karşıtıyken, senarist ve yapımcı Carl Foreman açıkça
bir Komünist sempatizanıydı (zaten
film gösterime çıkmadan önce ABD'yi terk etmek zorunda kalmıştı). Filmin
oyuncularından ikisi olan Lloyd Bridges ve Howland Chamberlain ise bir süreden
beri Senatör McCarthy'nin kara listesindeydiler.
Bu dengeli durum filmin yönetmen ve
yapımcısı tarafından özellikle ayarlanmıştı. 1940'lı
yıllarından sonundan beri ABD'de bir Komünizm korkusu vardı ve Senatör McCarthy'nin başkanlığını yaptığı Amerikan Karşıtı Faaliyetleri İzleme Komitesi (HUAC) tüm ülke
aydınlarının peşine düşmüş ve onları sindirmeye çalışıyordu. Filmi topyekün
yasaklanmaktan korumak için bu küçük taktik uygulanmıştı. Çünkü filmde
anlatılanlar Senatör McCarthy'in o yıllarda ABD'de başlattığı Komünist avı (Cadı Kazanı) karşısında entelektüellerin suskun kalmasının bir
alegorisiydi, halkın suskunluğunu eleştir.
[8]
Kane içeri girdiği esnada (İncil) Eski
Ahid’in “Malaki” kitabından dördüncü bölüm okunmaktadır. Filmin sahnesi ile
ilgili mesaj dolu olan bu bölüm: “İşte o gün geliyor, fırın gibi yanıyor.
Kendini beğenmişlerle kötülük yapanlar samandan farksız olacak; o gün hepsini
yakacak. Onlarda ne kök, ne dal bırakılacak. Ama siz, adıma saygı gösterenler
için ışınlarıyla şifa getiren doğruluk güneşi doğacak. Ve çıkıp ahırdan
salınmış buzağılar gibi sıçrayacaksınız. Kötüleri ezeceksiniz.” şeklindedir.
[9] Ezra adında bir
adam “Burada işittiğim bazı şeylere inanamıyorum. Kendinizden utanmalısınız. Bu
adamı biz tuttuk ve şimdiye kadar ki en iyi şerifimizdi. Bu onun sorunu değil,
bizim sorunumuz. Doğru şeyi yapmazsak daha başımıza çok bela gelir. Yapılacak
tek şey var ve bunun ne olduğunu biliyorsunuz” der.
Eski Ahid’de adı geçen Ezra, bir din
adamı belki de bir peygamberdir. Kudüs’te Süleyman Mabedi’ni yeniden inşa eden
ve öndersiz kalan Yahudileri bir araya getiren isim Ezra olmuştur. Yahudi
toplumunun bir lideri, bir sofer, bilgin ve kohen olan Ezra, Yahudi toplumunun,
başlarında bir kral ya da peygamber olmadan zorlandığını duyar. Yanına
güvendiği adamlarını alır ve yardıma koşar. Hadleyville kasabası da, Şerif Kane
önderliğinde sokaklarında ateş edilmeyen, cinayet işlenmeyen, güzel ve sakin
bir yer haline gelmişken kasabanın eskisinden de kötü bir yere dönüşeceği
vurgulanmış ve insanlara Ezra ismini kullanarak ikinci bir şans verilmişse de,
insanlar bu şansı da teperler.
[10]
Rivayete göre, Tanrı günahkâr Sodom kavmini
yok etmesi için iki melek gönderir. Melekler İbrahim peygambere uğrarlar ve ne
için geldiklerini anlatırlar. Tanrı’nın bildiğini bilmeyen İbrahim peygamber,
Sodom’un günahkâr değil dürüst insanların yaşadığı bir yer olduğunu söyler. Ve
bunu ispatlamak için elli dürüst insan getireceğini söyleyerek biraz zaman
ister. Bütün çabalarına karşın kimseleri bulamayan İbrahim peygamber en azından
on dürüst insan olabileceğini düşünse de orada yaşayan tek bir dürüst insan
olduğu anlaşılır. filmin, McCarthy’nin başlattığı “komünist haçlı seferi”
karşısında sessiz kalan aydınları eleştirdiği iddia edilmektedir. Bu iddialar,
senaryo yazarı ve yapımcı Carl Foreman’ın, filmin aslında politik bir film
olduğu ve şerif karakterinin komünist avı dönemine bir tepki olarak ortaya
çıktığını söylemesi sonucu dile getirilmiştir ancak yönetmen Fred Zinnemann, bu
iddiaları kabul etmeyerek, filmin sadece yapması gerekeni yapan bir adamın
hikâyesi olduğunu söylemiştir.