14 Kasım 2019 Perşembe

HIGH NOON ‘KAHRAMAN ŞERİF’ FİLMİNİN WESTERN TÜR FİLMİ BAKIMINDAN DEĞERLENDİRİLMESİ



Liberal yani özgürlükçü ve rekabetçi ekonominin hakim olduğu Amerika’da sinema sektörünün dünya ölçeğinde ticari olarak elinde tutan Hollywood tarafından yine bu ticari faaliyetler kapsamında rekabetçilikte ön planda olmak üzere sinemada tür kavramı 1920’lerde ortaya çıkmıştır. Bu türler arasında yer alan western tür sineması da Hollywood film sektörü tarafından bir tür olarak kendine has özellikleri ile ticari saiklerle üretilmiş, ortaya çıkarılmıştır.
Bu açıklamalar ışığında 1952 tarihli Kahraman Şerif (High Noon)  filminin bir tür filmi olan western film türü özellikleri gösterip göstermediğinin tür filmlerinin de genel özellikleri göz önüne alınarak değerlendirmesi yapılacaktır.

Kahraman Şerif[1] (High Noon) 1952 ABD yapımı bir filmidir. Senaryosunu Carl Foreman, John W. Cunningham'ın kısa öyküsü The Tin Star'dan uyarlamış, filmi Fred Zinnemann yönetmiştir.[2]
Filmin tema şarkısı "Do Not Forsake Me" (veya diğer adıyla "The Ballad of High Noon") filmde, tam evlenip emekli olacağı gün ölümcül düşmanlarının kasabaya intikam için geri geleceklerini öğrenen ve kasabayı terkedip gidemeyecek kadar gururlu olan Şerif Will Kane'in (Gary Cooper) korkmuş ve sindirilmiş kasaba ahalisinden beklediği desteği bulamayarak düşmanları karşısında tek başına mücadele etmek zorunda kalması anlatmaktadır.[3]

Western filmlerin başat unsurları zaman ve mekân unsurlarıdır. Western ya da kovboy sineması Amerika‘da iç savaşın sona erdiği 1865 yılı  ile 19.yüzyılın sonları arsındaki dönemde, ülkenin kanunsuzluğun kol gezdiği sınır boylarındaki yerleşim bölgelerini ele alır ve genellikle yasadışı işlere karışanları (kötüleri) adalete teslim eden (cezalandıran) bir kovboyun (iyinin) öyküsünü anlatır. Yani Kuzey Amerika’nın batı kısmında geçen ve yaklaşık olarak 1850 ve 1890 yılları arası tarihi olayları konu alan film türüdür.
Kahraman Şerif filmi mekân olarak kuzey Amerika’da bulunan Hadleyville isimli bir kasabada geçmektedir. Zaman aralığı bakımından film vahşi batı sürecinin yaşandığı bir zaman sürecinde geçmektedir. Bu bakımdan film mekân ve zaman bağlamında bir western film özelliği göstermektedir.
Western film türü düzenli ve kapalı bir dünyaya sahiptir. Daha çok film küçük bir kasabada geçer. Filme bakıldığında da filmin çoğu kasabada geçmektedir. Asıl konu ve yoğunluk söz konusu kasabada geçmektedir. Bu film klasik trajedinin gücünü yaratan üç temel özelliği mekân, zaman, tema birliğini başarılı şekilde işleniştir. Buna göre film western film tür özelliklerini göstermektedir.

Western filmleri tür filmlerin hepsi için geçerli olan giriş, gelişme ve sonuç bölümlerinden oluşur ve bu bölümlerin sıkı sıkıya örüldüğü, karakterlerin belirgin hedeflerinin ve geçmişlerinin olduğu, neden ve sonucun birbirini takip ettiği, cevapsız soruların kalmadığı klasik anlatı yapısını kullanır. Hollywood sinemasının tüm türleri içinde geçerli olan bu basit anlatı şeklinde, başlangıçtan sonra gelişmeye geçmeden önce anlatı çatışmalarla genişletilir. Bazen çatışma filmin hemen başında da olabilir. Daha sonra ana karakter tarafından çelişkinin giderilmesi, çatışmanın çözülmesi ile film sonlanır. Sonun istenilen gibi olmasından ziyade etkili bir son olması en önemli özelliklerdendir. Temelde amaç daha fazla seyircinin ortak duygularına hitap etmektir. Bu türde anlatının daha açık kılındığı ve ayrıntılandırıldığı görülür.
Filmin basitçe hikâyesine bakıldığında Will Kane bir Amerikan kasabasının uzun süre boyunca şerifliğini yapmıştır fakat artık görevini devrederek ve de evlenerek farklı bir hayat kurma hayalindedir. Hikâyenin krize girdiği nokta eski suçlulardan Frank Miller’ın serbest bırakıldığının ve kasabaya geri dönüyor olduğunun öğrenildiği ana denk gelmektedir. Çatışma da asıl burada başlamaktadır. Çünkü zamanında Miller’ı yakalatan dönemin şerifi Kane’dir ve onun dönüşü bir intikam karşılaşması doğuracaktır. Film gelişir, beklenen karşılaşma olur ve iyi karakter kötü karakterleri öldürür ve film sonlanır.[4] Bu bakımdan film bu öykü kurgusu ile klasik anlatı şartlarını taşımaktadır.

Üç kişilik küçük bir çetenin kasaba meydanından etrafa korku salarak geçişinin gösterilmesiyle başlayan film seyirciyi hızla bir nikâh törenine götürmektedir. Evlenen şerif Will Kane’dir. Kasaba halkından kimselerin törende bulunmaması ve nikâhın kilisede değil de yargıcın ofisinde yapılıyor olması geleneklerle bağdaşmadığından, hayli şaşırtıcıdır. Ama bunun bir nedeni[5] var tabi ki ve filmin devamında bu husus cevabını bulmaktadır.
Bütün yaşamını kanun adamı olarak geçiren Kane, emeklilikten ve evliliğin getireceği yeni hayattan korkmasına karşın hayal kırıklığına uğratmak istemediği karısına, elinden geleni yapacağına dair söz vermiştir. Silahına veda edecek, şehirde bir mağaza açacak ve çocuklarını büyüteceklerdir. Silahını ve rozetini yargıca teslim ederken yeni şerifin henüz gelmemiş olmasından dolayı “endişeli” olduğunu söyleyen ve silahını çıkarmamak için bahane aradığını düşündüğümüz Kane’in yeni hayatına alışmakta çok zorluk çekeceğinin ilk ipuçları burada görülmektedir.
Kanun kaçaklarının doludizgin at koşturduğu, kadınların ve çocukların dışarı çıkmaya cesaret edemediği tipik bir “vahşi batı” kasabası olan Hadleyville, Şerif Kane ile birlikte çok değişmiştir. Kasabanın azılı suçlusu Frank Miller yakalanarak, adalete teslim edilmiş ve idama mahkûm edilmiştir. Kasaba huzura kavuşmuş, “ahlaklı kadınlar” rahatlıkla sokaklarda dolaşmaya başlamış, çocuklar yeniden dışarda oynamaya başlamıştır. Kamera seyirciye oyun oynayan çocuklar, tıraş olan, sohbet eden insanlar, kiliseye gitmek için hazırlık yapanlar hatta barda içki içenler olmak üzere bütün kasabayı ve insanları gösterir. Hava güzel, her şey sakin, huzurlu ve gündelik hayatta olması gerektiği gibi, bilindiktir.
Silahını ve rozetini bırakan Kane, arkadaşlarıyla vedalaşırken telgrafçı içeri girer. Hapisten kaçan Frank Miller’ın öğlen treniyle kasabaya geldiği haberini verir. Bu Kane için açık bir macera çağrısıdır. Telgrafçı da macera çağrısını kahramana ileten haberci rolünü üstlenmiştir. Habercinin gelişiyle Kane’in gündelik yaşamında bazı şeylerin değişeceği anlaşılır. Asıl anlatının düğüm teri, çatışmanın başlangıç noktası şüphesiz bu durumdur. Dostları başının belaya girmemesi için kaçması gerektiği söyleyerek, şerifi apar topar arabaya bindirerek kasabadan gönderirler. Korku içindeki kasabalı Miller ile Kane’in tekrar karşı karşıya gelmesini engellemek istemektedir. [6] Şerif, Miller’ı tutuklayarak hapse göndermişse de, bir kez daha başaramayacağı ve azılı haydudun “olması gerektiğinden” daha acımasız davranacağından korkulmaktadır.
Burada üzerinde durulması gereken hususlardan biri de Miller’ın bu kadar suçu olması ve hatta idam edilmesi gerektiği halde nasıl serbest kaldığı meselesidir. Bunu cevaplamak için dönemin özelliklerini ve o denemde bu konu ile neyin üzerinde durulduğunu bilmek gerekmektedir.[7] Şüphesiz o dönemin yönetim anlayışının ideolojik bir eleştirisinin tezahürüdür bu durum.
Burada gelen haber ile çatışma başlamıştır. Bu bir sorundur ve doğrusal nedenselliklere bağlı olarak devam edilecek olaylar bu çatışmanın çözümü yönlü devam etmektedir.
Kaçtıklarının farkında olmayan Amy mutludur ve sevgi dolu bakışlarla kocasına sarılırken görülür. Araba gözden kaybolurken şerif yardımcısı, kız arkadaşına “Kane ve yeni karısının hızlı bir şekilde kasabadan ayrıldığını’’ söyler ve “onu daha önce atları böylesine kamçılarken görmemiştim’’ der. Kane’in daha önce asla yapmadığı bir davranışı sergilediği açıkça dile getirilerek seyircideki merak, heyecan ve gerilimin dozu bu şekilde artırılmaktadır.
Amy mutlu ancak kasabadan ayrıldıklarına inanamaz bir şaşkınlık içindedir. Kane ise doğru olanı yapıp yapmadığını düşünmektedir. Yüz ifadesi, evlenerek yeni bir hayata başlamayı düşünen insanların mutluluğunu yansıtmaz. Kane’in bu ikilemine ortak edilen seyirci, şerifin durmasını bir “kahraman” gibi geri dönmesini ister, zaten öyle de olacağı hissedilir. Kane, Amy’e rağmen geri döner ve artık hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını anlaşılır.
Miller’dan kaçmak, pişmanlık içinde bir ömür sürmek ve onunla bilinmedik başka yerde karşılaşmak yerine gerekirse, “kendi kasabasında’’ ölmeyi tercih etmektedir. ‘’Öldürmenin’’ Amy’nin inançlarına aykırı olduğunu ve ilk trenle kasabayı terk edeceğini bilmesine karşın Kane yeniden silahını kuşanır.
Kocasından ayrılan ve kasabadan gitmek isteyen Amy, geçmişte yaptıklarına karşın Kane’in kasabada sevilmediğini öğrenir. Bu Amy için, her şey sona erince beraber yaşayacağı veya ölünce yasını tutacağı adam olan Kane’i tanıma ve gerçeklerle yüzleşme anıdır. Her şeyi bilecek ve son kararını ona göre verecektir. İlk kurşun atıldığında trene binekten vazgeçerek kasabaya dönen Amy, kocasının bıraktığı vasiyeti okuduktan sonra her şeyi öğrenmiş olarak inancı dâhil her şeyi bir kenara bırakacak ve bir an bile duraksamadan yardıma koşacaktır. Babası ve kardeşlerinin öldürülmelerine karşın intikam almak yerine kayıtsızlığı seçen Amy bu kez silahı eline almakta asla tereddüt etmeyecektir.
Film Amy hakkında hiçbir ayrıntı vermez. Kimdir, nedir, Kane ile nasıl tanışmıştır ve böyle bir kasabada ne işi vardır bilinmez. Ailesinin öldürülmesi üzerine “quaker” olmayı seçen Amy birçok yerde seyircinin yansımasıdır. Seyirci de ilk anda Amy gibi, Kane hakkında hiçbir şey bilmez, kendine sırtını dönen kasabalı için mücadeleye değmeyeceğini düşünür ancak tanıdıkça ve olan biteni öğrendikçe  yanında yer almaya başlar.

Western filmlerde erkek hegemonyası hakimdir ve kadın genellikle arka plandadır. Kadın genellikle iki halde karşımıza çıkmaktadır. İlki evde veya çiftlikte bir ev kadını ikincisi ise bir barda temizlikçi veya hayat kadını olarak. Bir kadın ön plana çıkıyor ise mesela çalışıyor ise öğretmen olarak karşımıza çıkabilir ve genellikle de bu kadının saç rengi sarıdır. Yani açık tenli ve sarışın kadınlar genellikle daha olumlanmış rollerde yer almaktadırlar. Bu türe uyumlu hali ile burada da Amy sarışındır ve ev kadınıdır.

İyi ve kötü karakterler vardır. Katiller, demiryolu sahipleri, kızılderililer veya soyguncular kötü karakterlerdir. İyi karakter bellidir; şerif. Kötü karakter ise Miller ve çetesidir.
Western filmlerde ideal olan iyi karakterlerdir. Ana karakter iyi aile babasıdır, örnek insandır ve çalışkandır. Kahramanlıkları ile öne çıkmış başarılı insandır. Sıcak bir yuva vardır ve sıcaklık burada hissedilir. Kovboy aslında sığır çobanı  da olsa aynı zamanda dürüstlük, namus, onur, görev bilinci gibi kavramların da bekçiliğini yapar, suçsuzların yanında yer alır, suçluları cezalandırır. Kültürsüz ama romantik bir serüven adamıdır kovboy. Yine söz konusu kurguda karakterlerin belirgin hedefleri ve geçmişleri vardır, seyirci ile özdeştirilecek düzeyde bunlar işlenmiştir.
Kahramanın yolculuğu, gündelik hayattan sıyrılarak varoluşunu anlayabilmek için tüm korkularına rağmen cesur davranmak zorunda olan insanın macerasını ifade eder. Cesur olunmazsa bu süreç yolculuk değil, yalnızca kısırdöngü olur. Western filmlerindeki kahramanlar genelde yanında bir çeteyle pat pat herkesi vuran tipler, ama bu filmde böyle değil. Korkusuz, keskin nişancı ve çok hızlı bir karakter yok karşımızda. Sadece onurlu bir şerif var. Şerifin yalnızlığı, dışlanılmışlığı çok iyi anlatılmamıştır. 
Will Kane, hikâyenin ana karakteri olarak izleyiciye bu özdeşleşmeyi sunarken, öte yandan zamanın ve mekânın bekleyişi de güçlü bir tavırla ve üstelik diri bir karakter olmadan benzer bir durumu oluşturmaktadır.
Bu tespitlere göre genel western filmlerinde gördüğümüz yiğitlik gösterileri yerine çaresizlik, korku ve bir nevi ihanet temalarını işlemesi, western türü için büyük bir yenilik getirmiştir. Yani psikolojik yönleri ağar basan bir western filmi olması bu filmi farklı kılmıştır.

Miller’i idama mahkûm eden yargıç da kasabayı terk eder. Yasayı güvence altına alan bir irade yoksa yasanın anlamsızlığını ortaya koyan, ezilenlerin, haksızlığa uğrayanların hakkını savunacak, zorbalığa karşı koyacak kanun adamı da kaçınca Kane’in yükü bir kat daha artar. Şerifin, adam toplamak için geldiği kasabanın barında, herkes Miller’ın Kane’i öldüreceğinden söz etmektedir. Barmen, içeridekilerin Miller’ın dostları olduğunu, yanlış kapıya geldiğini söyler. Bu ilk hayal kırıklığıdır ve çocukların “Kane öldü, Kane öldü’’ diye kasaba sokaklarında koşuşturdukları duyulur. Yakın dostunun evine gider ancak arkadaşı onu karşılamak yerine gizlenir ve karısına evde olmadığını söyletir. Art arda gelen bu sahneler Kane’in de kasabam dediği yeri, dostlarım dediği insanları gerçek anlamda tanımaya başladığı andır. Çaresiz kalan şerif Kane dindar biri olmamasına, evliliğini bile Kilise dışında yapmasına karşın Kilise’ye gider.[8]
Will Kane beklemekte olduğu karşılaşma için yanında onunla birlikte bu çatışmaya katılacak birilerini aramaktadır. Onun bu arayışı, aslında tüm geçen vakti örten süreç olarak filme konumlandırılmıştır. Her defasında da bu karşılaşmada yalnız olacağının kabulüne biraz daha yaklaşır. Bu arayışlarının bir durağı da kilise olur. Orada toplanan kasabalıdan topluca yardım istemeye gider. Frank Miller, bu kasabanın eski ve ortak bir sorunu olduğundan ve herkes durumun ve tehlikenin farkındadır. Öncesinde dini bir amaç doğrultusunda toplanmış olan kasabalılar, Will Kane’in beraberinde getirdiği sorunla birlikte bulundukları mekânı -kiliseyi- toplu olarak bir tartışma alanına dönüştürürler. Bu durum bir anlamda, papazı kürsü arkasında sessiz bırakıp, direkt olarak kendilerinin katıldığı bir karar kurumu ya da meclisi (demokrasi bağlamında) yaratımı olarak değerlendirilebilir.
Kane’in konuşmasından etkilenen birçok adam gönüllü olmaya hazırken, bir başkasının ortaya çıkarak, Kane’in şeriflik görevinin sona erdiğini, Miller ile arasındaki sorunun kişisel olduğunu söylemesi üzerine vazgeçerler. Kane’in geçmişteki çabaları olmasa, asla sokaklara çıkmaya cesaret edemeyecek çocukların Kilise bahçesinde güvenle oynadıklarını gören seyirci, kasabalı hakkında olumsuz düşünmeye başlar. Konuşmalar bir karara varmadan uzayıp gider.[9]

Çaldığı her kapı yüzüne kapatılan şerif, bildiği ancak inkâr ettiği güçlerle yani Frank Miller’ın kasaba üzerindeki tahakkümüyle yüzleşmeye başlar. Bu aşamada Amy ile özdeşleşen seyirci hem şaşırır hem de korkar. Şerifin sanıldığı gibi iyi bir insan olmadığı, kıskançlıkla, bencilce hatta haksızca davrandığı ve Miller’ı hapse atınca onun sevgilisiyle birlikte olmaya başladığı ortaya çıkar. Unutmak için çaba gösterdiği şeyleri kasabalının unutmadığını görmek Kane’i de korkutur ve “kasabam” dediği yerde en büyük yalnızlığı yaşarken dostluklarının, arkadaşlıklarının sahte olduğunu anlamaya, kendini feda etmesinin amacını sorgulamaya ve şüphe etmeye başlar.
Kimselerin kendisine yardım etmeyeceğini anladıktan bir süre sonra atının yanına gider. Burası son kararın verileceği ve karar verildikten sonra geri dönüşün olmayacağı yerdir. İlk anda kötüyle olan savaşında şerifi destekleyen seyirci de fikir değiştirmiş, olan biteni gördükten sonra böyle bir kasaba için değmeyeceği düşüncesine sahip olmuştur. Ne var ki, seyircinin aksine Kane kalmaya, kadınlar, çocuklar ve adalet için savaşmaya karar verir.[10] Bu esnada yanına gelen eski yardımcısı ile olan kavgası kasabalı ile olan kavgasıdır aslında. Hiç beklemediği darbeler alır, az sonra gireceği savaş öncesi yorgunluğu artar hatta yaralanır ama yenmeyi başarır. Zorlu mücadelesine girmeden önce kasabaya olan kızgınlığına da şefkatini de gösterir. Seyircinin kızgınlığı da, öfkesi de iyice artmıştır.

Bireycilik, özgüven, rekabet ve başarı western türü filmlere genel olarak yansımıştır. Filme bakıldığında ana karakter bu unsurları başarılı bir şekilde işlendiği görülmektedir. Tek başına (bireyci ve özgüvenle) kötü karakterleri altetmiştir. Şerif olmaya devam etme rekabet olarak yansımıştır.

Öğlen olmasına, trenin gelmesine birkaç dakika kalmıştır. Kane, ölümünden sonra açılmak üzere vasiyetini yazar. Tüm kasabalının gözü saatlerdedir. Vasiyetini yazmaya başladığı ilk andan trenin düdüğünün duyulmasına kadar geçen iki dakikalık süre boyunca karısı, eski sevgilisi, arkadaşları, kilisedekiler, bardakiler kısaca bütün insanlar teker teker seyirciye gösterilir. Saatin tik taklarıyla birlikte müzik de yükselerek zaten öfkeli olan seyircinin gerilimi yavaş yavaş artırılır. Amy, Miller’ı getiren trenle kasabayı terk etmek üzere istasyona giderken, kocasının önünden geçtiği esnada dönüp yüzüne bakmaz bile. Bütün hayalleri yıkılan, dostluklarının, arkadaşlıklarının büyük bir yalandan ibaret olduğunu anlayan ancak geri adım atmamaya kararlı ve düşmanıyla tek başına karşılaşacak onurlu bir adamın karısını götüren arabanın ardından bakarken gözüktüğü bomboş sokaktaki yalnızlığının filmin en hüzünlü sahnesi olduğunu söylemeliyim.
High noon İngilizce’de tam öğle vaktini imleyen bir söz kalıbıdır. Filmin başlangıcından sonuna değin beklenilen an da bu vakte karşılık gelmektedir. Bu anlamda zaman; üzerinde durulan, tekrarlarca hatırlatılan ve film süresince de artık sadece bir akış olmaktan öte, orası için farklı anlam kazanmış bir kavrama dönüşmektedir. Zaman akışının anlatımı direkt olarak saat üzerinde akrep ve yelkovanın takibiyle sağlanır. Böylece aynı anda farklı yerlerde neler olduğunu anlamayı sağlayan paralel kurgu kolayca takip edilebilmektedir. Zaman ve onun film içindeki algılanışına dair bir diğer önemli nokta; saatlerin başta sadece birer obje olan görüntüleri, tekrarlanarak gösterildiğinde film dışında ve içinde geçen zamanın metrik olarak aynı olmasına rağmen daha özelleştirilmiş bir anlam kazanması olarak görülebilir. İzleyici tarafında saatin kaç olduğunu görme/bilme isteği ve ne kadar sürenin kaldığını görmeye odaklı bir bekleyiş, bu tekrarlar ve yeniden anlamlandırmalar sayesinde canlı tutulur. Ayrıca kastedilen ve geçen zamanın eşliğine dair gelişen bağımlı bir devamlılık sayesinde güçlü bir özdeşleşme kurulmaktadır.
Filmde geçen zaman ile gerçek zaman hemen hemen aynıdır. Filmdeki olaylar filmin gerçek süresi olan yaklaşık 1,5 saat içinde olup biter. Bu duruma sinemada çok az filmde rastlanır. Filme olaylar sabah 10:35 'te başlar, öğleden sonra 12:15 'te biter. Bu, filmin süresine oldukça yakın bir süredir.
Dekor mizansen bakımından önemlidir. Dekorda birçok aksesuarlar kullanılabilir. Bazen bazı aksesuarlar birden çok gösterilirler. Bu durumda bunlar artık motif olarak adlandırılırlar. Filmde de saat bir aksesuar olmaktan çıkmış ve bir motif özelliği göstermiştir.


Yapayalnız kalan Will Kane, haydut Frank Miller ve onu istasyonda karşılayan üç çete üyesiyle (birisi Lee Van Cleef) birden hesaplaşmak üzere yavaş yavaş kasabanın meydanına doğru yürür. Saat 12'yi gösterdiğinde Will meydanda karşılaştığı dört hayduttan ikisini vurur, kendi de yaralanır. Silah sesleri Helen ve Amy'nin içinde oldukları hareket etmek üzere olan trenden duyulur. Amy kocasının hayatını dini inançlarına üstün tutarak trenden iner, onun yanına gider ve üçüncü silahşörü sırtından vurarak öldürür ama kendisi de Miller tarafından rehin alınır. Amy, Miller'ın yüzünü tırnaklayarak bir an için elinden kurtulunca Will, Miller'ı öldürür. Bu sahne ile Miller fiziksel olarak, yeni bir hayata başlamak isteyen Kane de ruhsal olarak ölmüştür. Her şey bittikten sonra yavaş yavaş meydanda toplanan korkak kasaba ahalisinin önünde Şerif Will yıldızını çıkartarak onları aşağılayan bir tavırla yere fırlatır ve karısıyla birlikte kasabayı terk ederler.

Western türünün temel unsurlardan biri de şiddettir. Silah çekmek günlük yaşamın bir parçası gibidir. Western türünün kişileri sık sık kendi sözlerinin kanun olduğunu yinelerler. Her kişinin yasa anlayışı kendine göre olduğu için silahına ilk davranan canını karşısındakinin kurşunundan korumuş olur. Gerçekten de bütün bu insanların bellerindeki kemerde bir ya da iki tabanca vardır. Filmde aslında şiddet unsuru sınırlı şekilde işlenmiştir. Barda gerçekleşen kavga sahnesi ile filmin sonundaki öldürme sahneleri ile yetinilmiştir.

Sonun istenilen gibi olmasından ziyade etkili bir son olması en önemli özelliklerdendir. Temelde amaç daha fazla seyircinin ortak duygularına hitap etmektir. Bu türde anlatının daha açık kılındığı ve ayrıntılandırıldığı görülür. Film hem etkili hem de seyircinin özdeşleşeceği bir sonla bitmiştir.

Görüntüleme ve ikonografiye bakıldığında belli olaylar hep belli yerlerde geçmektedir. Kavga barda, düello kasaba meydanında, altın araması dağda ve nehir kenarında, soygun posta arabası veya bankada, saldırılar tren demiryolunda iken, yerliler askeri birliğe saldırırken ve toplantılar kilisede gerçekleşir. Filme bu unsurlar açısından bakıldığında, kavga barda, düello olmasa da silahlı çatışma kasaba meydanında ve toplantılar kilisede gerçekleşmiştir. Western türün vazgeçilmezlerinden buharlı tren, tren istasyonu ve at arabası filmde görseller arasında işlenmiştir.

Tüm bu hususlar birlikte değerlendirildiğinde Kahraman Şerif (High Noon)  filminin bir tür filmi olan western film türü özelliklerini getirmiş olduğu bazı yenilikler ve farklı bakış açısı ile genel olarak gösterdiği savunulabilir. Bu hali ile Kahraman Şerif filmi western türü dramatik özellikleri taşıyan bir filmdir.






[1]  Tam Öğle Vakti ya da uyarlandığı romanın adıyla; ‘Tin Star ‘ (Teneke Yıldız)
[2]  Filmin çekimleri 28 günde bitirilmiş ve 750.000 dolar gibi oldukça düşük bir bütçeyle tamamlanabilmiştir. Buna karşılık film bir yıl içinde ABD'de 3,750,000 dolar, aynı sürede Dünya ölçeğinde de 18,000,000 dolar hasılat elde etmiştir.
[3]  Filmin tema şarkısı "Do Not Forsake Me, Oh, My Darlin'" (veya diğer adıyla "The Ballad of High Noon") müzikal olmayan bir filmde kullanıldığı halde Oscar ödülü kazanmış ilk şarkıdır.
[4]  Film Senatör McCarthy'nin o yıllarda ABD'de başlattığı komünist "cadı avı" karşısında entelektüellerin suskun kalmasının bir alegorisidir. Aydınların kurtarmaya çalıştıkları halk tarafından anlaşılamayıp yalnız bırakılmasının da bir alegorisidir. Gariptir ki filmin senaristi ve yapımcısı Carl Foreman da senatörün Komünist kara listesine girmekten Hollywood'un en ateşli Anti-Komünistlerinden biri olan filmin başrol oyuncusu Gary Cooper sayesinde son anda ama geçici olarak kurtulmuştur. Foreman daha sonra İngiltere'ye kaçmak zorunda kalmıştır.
[5]   Will Kane’nin evlendiği Amy daha sonraki bir sahnede dini inanışını değiştirdiğini söyler ve papazın da düğünün kilisede yapılmaması ile ilgili serzeniş vardır. Amy’nin söylediği inanışın adı ‘quaker’dır. Bu ise; Kilisenin ve Kutsal Kitab 'ın ( Bible) otoritesini reddedip sadece Kutsal Ruh 'un otoritesini kabul ederler. Tanrı 'nın direk olarak insan kalbinde ortaya çıktığına inanan Quakerlar; ibadet, kredo, sakrament, rahip ve din görevlisi kabul etmezler. ( Bu yönleriyle Mennonitler benzerler). Quakerlar sessizce düşünceye dalma toplantıları yaparlar ve Kutsal Ruh 'un ilhamını beklerler.
Quakerlar, büyük bir kayıtsızlık gösterir, başına buyruk olarak yaşar ; herkese "sen " diye hitap eder ve hiç kimseye selam vermezler. Sade giyimleri,dürüstlükleri,yardım severlikleri,ağırbaşlılıkları, ile tanınırlar.
Quakerlar, öldürmek için hiçbir bahane kabul etmez, inançları gereği askerlik yapmaz ve andiçmeyi istemezler. Köleliğe karşı olan quakerlar dünyada barışı temel prensip olarak alırlar.
Quakerlar 'ın " Dostlar Cemiyeti ", başkalarına, savaşlarda savaşzedelere yardım ederler. Sakramentli bir inancı benimsemeyen quakerlarda ibadet tamamen ruhidir; her samimi taraftarı aydınlatan iç ışığa inanılır. Toplantı salonları, basit ve sadedir. Evlenmeler basit bir dini törenle olur. Üç büyük toplantı zamanları vardır: aylık,üç aylık ve yıllık.Bu toplantıların içerisinde en önemli olanı yıllık toplantılardır.

[6]  Belediye başkanının filmde yer alan şu sözleri birçok şeyi özetlemektedir:
“Pekâlâ, ben diyorum ki, bu kasaba şerife para ile ödenemeyecek şeyler borçlu. Bunu asla unutmayın. O gerçek bir kahraman ve iyi bir adam. Bugün dönmek zorunda değildi. Ve kendi iyiliği ve kasabanın iyiliği için keşke dönmeseydi. Çünkü Miller geldiğinde burada olmazsa içimden bir ses, bir sorun çıkmayacağını söylüyor. Yarın yeni bir şerifimiz olacak. Bence gelene dek hiçbir şey yapmayalım. Bence mantıklı olan, tek çıkar yol budur. Will, hala vakit varken, sanırım gitsen iyi olur. Bu senin için ve bizim için iyi olur.”  
[7] Filmin yapımcılarından biri olan Stanley Kramer Hollywood'un saygın liberallerinden biridir. Avusturya asıllı olan yönetmen Fred Zinnemann ise ABD'ye Nazi'lerden kaçarak gelmiş bir Anti-Faşist'tir. Tema şarkısını seslendiren Tex Ritter Cumhuriyetçi Parti'dendi ve aşırı sağcı olarak biliniyordu. Filmin başrol oyuncusu Gary Cooper ateşli bir Komünizm karşıtıyken, senarist ve yapımcı Carl Foreman açıkça bir Komünist sempatizanıydı (zaten film gösterime çıkmadan önce ABD'yi terk etmek zorunda kalmıştı). Filmin oyuncularından ikisi olan Lloyd Bridges ve Howland Chamberlain ise bir süreden beri Senatör McCarthy'nin kara listesindeydiler.
Bu dengeli durum filmin yönetmen ve yapımcısı tarafından özellikle ayarlanmıştı. 1940'lı yıllarından sonundan beri ABD'de bir Komünizm korkusu vardı ve Senatör McCarthy'nin başkanlığını yaptığı Amerikan Karşıtı Faaliyetleri İzleme Komitesi (HUAC) tüm ülke aydınlarının peşine düşmüş ve onları sindirmeye çalışıyordu. Filmi topyekün yasaklanmaktan korumak için bu küçük taktik uygulanmıştı. Çünkü filmde anlatılanlar Senatör McCarthy'in o yıllarda ABD'de başlattığı Komünist avı (Cadı Kazanı) karşısında entelektüellerin suskun kalmasının bir alegorisiydi, halkın suskunluğunu eleştir.
[8]    Kane içeri girdiği esnada (İncil) Eski Ahid’in “Malaki” kitabından dördüncü bölüm okunmaktadır. Filmin sahnesi ile ilgili mesaj dolu olan bu bölüm: “İşte o gün geliyor, fırın gibi yanıyor. Kendini beğenmişlerle kötülük yapanlar samandan farksız olacak; o gün hepsini yakacak. Onlarda ne kök, ne dal bırakılacak. Ama siz, adıma saygı gösterenler için ışınlarıyla şifa getiren doğruluk güneşi doğacak. Ve çıkıp ahırdan salınmış buzağılar gibi sıçrayacaksınız. Kötüleri ezeceksiniz.” şeklindedir.

[9]   Ezra adında bir adam “Burada işittiğim bazı şeylere inanamıyorum. Kendinizden utanmalısınız. Bu adamı biz tuttuk ve şimdiye kadar ki en iyi şerifimizdi. Bu onun sorunu değil, bizim sorunumuz. Doğru şeyi yapmazsak daha başımıza çok bela gelir. Yapılacak tek şey var ve bunun ne olduğunu biliyorsunuz” der.
      Eski Ahid’de adı geçen Ezra, bir din adamı belki de bir peygamberdir. Kudüs’te Süleyman Mabedi’ni yeniden inşa eden ve öndersiz kalan Yahudileri bir araya getiren isim Ezra olmuştur. Yahudi toplumunun bir lideri, bir sofer, bilgin ve kohen olan Ezra, Yahudi toplumunun, başlarında bir kral ya da peygamber olmadan zorlandığını duyar. Yanına güvendiği adamlarını alır ve yardıma koşar. Hadleyville kasabası da, Şerif Kane önderliğinde sokaklarında ateş edilmeyen, cinayet işlenmeyen, güzel ve sakin bir yer haline gelmişken kasabanın eskisinden de kötü bir yere dönüşeceği vurgulanmış ve insanlara Ezra ismini kullanarak ikinci bir şans verilmişse de, insanlar bu şansı da teperler.
[10]  Rivayete göre, Tanrı günahkâr Sodom kavmini yok etmesi için iki melek gönderir. Melekler İbrahim peygambere uğrarlar ve ne için geldiklerini anlatırlar. Tanrı’nın bildiğini bilmeyen İbrahim peygamber, Sodom’un günahkâr değil dürüst insanların yaşadığı bir yer olduğunu söyler. Ve bunu ispatlamak için elli dürüst insan getireceğini söyleyerek biraz zaman ister. Bütün çabalarına karşın kimseleri bulamayan İbrahim peygamber en azından on dürüst insan olabileceğini düşünse de orada yaşayan tek bir dürüst insan olduğu anlaşılır. filmin, McCarthy’nin başlattığı “komünist haçlı seferi” karşısında sessiz kalan aydınları eleştirdiği iddia edilmektedir. Bu iddialar, senaryo yazarı ve yapımcı Carl Foreman’ın, filmin aslında politik bir film olduğu ve şerif karakterinin komünist avı dönemine bir tepki olarak ortaya çıktığını söylemesi sonucu dile getirilmiştir ancak yönetmen Fred Zinnemann, bu iddiaları kabul etmeyerek, filmin sadece yapması gerekeni yapan bir adamın hikâyesi olduğunu söylemiştir.


İLETİŞİM KURAMLARI


İLETİŞİM KURAMLARI

* Kuram (Teori) Nedir?
- Dünyaya ait görüş, zihinse şemadır. Genellemelerin açıklanmaya çalışılmasıdır.
- Büyük ve küçük kuram ayrımı vardır. Daha geneli ilgilendiren, evrensel nitelik taşıyan teoriler için büyük kuram tabiri kullanılır iken, daha küçük ölçekte ve hatta büyük kuramların içindeki teoriler için küçük kuram ifadesi kullanılmaktadır.

* İletişim Nedir?
- Kişiler arasında, duygu, düşünce, bilgi ve haberlerin, akla gelebilecek her türlü biçim ve yolla kişiden kişiye karşılıklı olarak aktarılması olgusudur.
- Genel manada iletişim sadece insanlar arasında meydana gelen bir olgu değildir. İnsanla canlılar arasında meydana gelebileceği gibi diğer canlılar ile kendi aralarında da meydana gelebilecek bir olgudur.

* İLETİŞİMİN UNSURLAR NELERDİR? (SS)
          1- KAYNAK (GÖNDERİCİ): İletişim sürecinin başlangıcını temsil eder. İletinin hedef üzerinde istenilen etkiyi ya da sonucu oluşturmasında birinci derecede önemlidir. İletişim sürecinde istenilen sonuca ulaşılması açısından kaynağın iletiyi aktarmadaki durumu hem iletinin anlaşılırlığı hem de hedef üzerinde etki oluşturması açısından ele alındığında geniş bir kapsama sahiptir. Gönderici kod ile iletişim kurar.
2- İLETİ (MESAJ): İletişim sürecinin amacı ileti üzerine kodlanmıştır. Kaynak tarafından hedefe gönderilen ve iletişimin gerçekleşmesinin önemli unsurlarından birisidir ileti. İletişimin daha iyi olması için iletinin hedef tarafından algılanılırlık seviyesinin yüksek olması gerekir.
Kanal (Araç): Kaynak (gönderici) ve hedef (alıcı) arasında yer alan ve simge veya sembollere dönüşmüş iletinin gitmesine olanak sağlayan yol olarak tanımlanabilir. Her duyu organımıza karşılık bir kanaldan söz edilebilir. Birden fazla iletişim kanalını aynı anda kullanabiliriz. İletişim kanalının sayısı arttıkça iletişimin etkinlik derecesi de artacaktır.
Kod: İletinin simge, sembol, imge, sözcüklere dönüşmüş haline verilen isimdir. Kaynak (gönderici) iletişim için kodları kullanır. Sadece kelimelerle değil bu kodlarla da iletişim kurulabilir. Hatta yasal düzenlemeler ile de iletişim kurmak mümkündür. Örneğin; araba sinyal lambaları, trafik levhaları, trafik ışıkları vs.
3- HEDEF (ALICI): Hedef; kitle, kişi ya da grup olabilir. Önceleri alıcı iletişimde pasif bir rol alan unsur olarak görülürdü. Oysa günümüzde aktif ve etkili bir işleve bürünmüştür. İletişimde amaç doğru iletiyi doğru yerde doğru kişiye verebilmektir. Alıcı kodaçımı ile iletiyi alır.
Kodaçımı: Kaynak (gönderici) tarafından kodlanarak gönderilen iletinin hedef (alıcı) tarafından alınmasıdır. Gönderimler ve alımlar her iki tarafça da anlamlı ve anlaşılabilir olmalıdır.
Geri Bildirim ( Dönüt, Feedback ): Dönüt, iletişim sürecinin son aşamasıdır. Kaynak (gönderici) iletiyi iletişim kanalları vasıtasıyla alıcıya (hedef) iletmiştir. İletinin hedef alıcı üzerindeki etkisi dönüt ile anlaşılır.
Dönüt bir iletişim sürecinin denetim mekanizmasıdır. Etki ve tepki prensibi dönüt bakımından karşılıklılık bağlamında önem arz eder.
* Kitle İletişimi: Tüm iletişim argümanları ve durumları için artık kitle iletişimi olgusu kullanılmaktadır. Artık iletişim denildiğinde kitle iletişimi anlaşılmaktadır.
* Sosyolojinin sosyal bir bilim olarak kabulünün yerleşmesi ile iletişim kuramları da bazı yaklaşımlarla ön plana çıkmıştır. Yani bu dönemde sosyoloji yeni bir bilim dalı olarak ortaya çıkmış ve iletişim kuramları da sosyoloji bilimi içinde kendine yer bulmaya başlamıştır.
* 20 yüzyılın başlarında iletişim kuramları bağlamında iki ana yaklaşım ön plana çıkmıştır. Bunlardan ilki Liberal Yaklaşım diğeri ise Eleştirel Yaklaşımdır. Liberal Yaklaşım Ana Akım Yaklaşım olarak ta ifade edilmektedir.
* 18. yüzyılın sonları ve özellikle 19. Yüzyılın başlarında teknolojideki birçok gelişme sanayi devriminin başlamasına neden olmuş ve başta İngiltere olmak üzere sonrasında birçok Avrupa ülkesinde bu süreç hızla devam etmiş ve birçok yönden etkisini göstermiştir.
* Buharla çalışan makinaların fabrikada kullanımı ile toprağa bağlı ve toprak üzerine kurulu ekonomi sisteminden sanayi üzerine kurulu ekonomiye geçiş süreci olarak sanayi devrimi tanımlanabilir.
* Bu süreçte fabrikada çalışan işçiler yeni yerleşim yeri olarak fabrikaların etrafında yeni yerleşim yerleri kurmuşlar ve bu şekilde kentleşme dediğimiz kavram ortaya çıkmıştır.
* Sanayi devriminin önceki sürecinde aristokrat sınıfı hâkimiyetinde olan toprak aynı zamanda onları ekonomi üzerinde de etkin kılıyordu.
* Sanayi devrimi ile teknoloji ve sanayinin ön plana çıkmış ve işçi sınıfı ile burjuva sınıfı ortaya çıkmıştır.
* Bu yeni sınıfların ortaya çıkması ve kentleşmenin getirdiği yeni durumlar bilimselliğin de öne çıkması ile iletişim ile ilgili yaklaşımlara ve özellikle kitle iletişimine eğilimi artırmıştır.

KİTLE
* Kitle insan topluluğudur. Kitle, çok sayıda insanın bir araya gelmesinden oluşan toplumsal gruba verilen ada denir. Kitleler hem bireyleri hem de sosyal tabakaları temsil etmektedir. Kitle, belli bir sınıf, ırk, cinsiyet, gibi kişiye özel ayırım yapılmadan hedeflenen değerleri gerçekleştirmek için bir araya gelmiş geniş halk topluluklarıdır.
* Kitlelerin oluşmasında kişilerin kültür seviyelerinin, mesleklerinin, yaşam düzeylerinin değişik olmasının etkisi bulunmamaktadır.
* Tektip olan ve benzerlik gösteren ve bu yönü ile homojen yapıya sahip olan topluluğa verilen isimdir.
*Sanayi devrimi ile birlikte modernizm ortaya çıkmış ve insanlar tektipleşmiş ve bu şekilde kitle haline gelmişlerdir.
CHICAGO OKULU
* Kitle toplumunu tanımlayan Chicago Okulu sanayi devrimi sonrası ortaya çıkan kentleşme olgusu üzerinde durulmuştur.
* Chicago Okulu kitle iletişimi üzerinde durmuştur, bireysel iletişim yani kişiler arasındaki iletişim değerlendirilmemiştir. Chicago Okulu ve diğer iletişim araştırmacıları iletişimi bireysel ölçekte değil (yani bireyler arasındaki spesifik iletişimle değil) toplumsal iletişim bağlamında ele alıp değerlendirmişlerdir.
* Henry Ford ‘un araba üretiminde birçok model denemesinden sonra T modeli ile seri üretime geçilmiştir. Modern topluma geçiş sürecinde tektipleşme ve uzmanlaşma olguları ortaya çıkmıştır. Sosyologlar bu süreçleri incelemişlerdir.
* Chicago Okulu kentleşme olgusunu sosyolojik açıdan incelemiştir. Özelikle; suç kavramı ve kentsel yaşamdaki ortaya çıkış ve dağılımı, toplumsal olaylar, gecekondulaşma gibi konular incelenmiştir.

Chicago Okulu İletişim Olgusuna Katkıları; (ss)
1- Chicago Okulu insanlar arasındaki iletişimi sembolik etkileşimcilik bakımından değerlendirmektedirler.
2- İnsanlar arasında ilişkiler semboller (iletişim) üzerinden yürür.
3- Chicago Okulu iletişimi toplumsal olayların merkezine alarak incelemelerini yapmıştır
4- İletişim incelenebilir bir olgu olarak ele alınmıştır.
5- ABD ‘deki bu çalışmalar pragmatisttir yani bir fikir veya ideoloji çıkar sunuyor ise pragmatisttir.
6- 19 yüzyılda iletişimin bir bilim olarak yer bulmasını sağlamıştır.

GÜÇLÜ ETKİLER YAKLAŞIMI

* 1920 – 1960 yılları arasında egemen akım içerisinde yapılan çalışmaları içine almaktadır.
* Kitle iletişim araçları kişiler üzerinde güçlü etki yarattıklarından (kişileri ciddi şekilde etkilediklerinden) bu ismi almıştır.
* Güçlü etkiler yaklaşımı ile ilgili 4 çalışma vardır.

1-  WALTER LİPPMANN – KAMUOYU

* Bu dönemdeki ilk araştırmayı yapan kişi ‘W. Lippmann’ dır.
* Kamuoyu (Public Opinion)  kitabının yazarı Walter Lippmann döneminin önemli bir gazetecisidir. 1922 yılında yayımlanan bu eser ile kamuoyu hakkındaki görüşlerini ortaya koymuştur.
* Lippmann’ın kamuoyunu açıklamaya yönelik ortaya koyduğu kavramlarda ve öne sürdüğü fikirlerde psikoloji ve bireyi merkeze alan sosyal psikoloji alanlarından etkilenmiştir. Etkilendiği en önemli ismin ise sosyal psikolojiyi bireyci bir yaklaşımla değerlendiren psikolog ve sosyal psikolog olan Gordon Allport’tur.  Allport’a  göre kitle, tek tek bireylerin toplamından başka bir şey değildir ve bu nedenle kitle davranışını açıklamak için birey psikolojisinden yola çıkmak gerekir.
* Kamuoyunun gerçekliğine inanmaz.
* ‘Kamuoyu’ isimli kitabı iletişim alanındaki ilk çalışmadır. İnsanların düşünceleri ile medya arasında bir ilişki var mıdır?, bu etkili midir?, kitabın çalışma konusudur.
2- HAROLD DWİGHT LASWELL - PROPAGANDA
* Lasswell’e göre kitleler yönlendirilen bir sürüdür ve seçkin insanlar kitle iletişim araçlarıyla sıradan insanları yönlendirirler. 
* Amerikan siyaset bilimcisi ve iletişim teoristi olan Harold Dwight Laswell, 1948 yılında geliştirdiği iletişim modelinde; mesajın ne olduğu, kimin tarafındanhangi kanal vasıtasıyla, kimehangi etkiyle söylendiği üzerine yoğunlaşmıştır.
* Birinci ve İkinci Dünya Savaşları’nda var olan siyasi iktidarın tek yönlü olarak toplum üzerinde etki bırakma uygulamaları, doğrusal iletişim sürecini benimseyen Laswell modeline temel oluşturmuştur.
Açıklama: https://miro.medium.com/max/1928/1*d9iyEygldAyn7KxlKRQj4A.jpeg 
      Kaynak            mesaj                kanal              alıcı               dönüt

* Görüldüğü üzere, mesajın kaynağı olan “kim”, ilettiği mesaj (ne söylediği), kullanılan kanal, mesajın iletildiği kişi veya grup (alıcı) ile mesajın bıraktığı etki vurgulanmıştır.
* Dönem koşulları gereği propaganda örneği olarak değerlendirilen bu modelde, mesajın iletildiği hedef kitle benzer türden (homojen) özelliklere sahiptir. (sihirli mermi yaklaşımında da kitle benzerdir.)

LASWELL’in Çalışmalarının Özellikleri: (ss)

1- İletişim Bilimi açısından kurumsal bir temel taban oluşturmuştur.

2- İletişim çalışmaları için yöntem bilimsel bir temel oluşturmuştur.

3- İletişim ile ilgili ardıl yani bu çalışmadan sonraki çalışmaların ‘ETKİ’ kavramı üzerine yoğunlaşmasına neden olmuştur.

4- İletişim alanındaki kuramların ortaya çıkmasında Laswell’in çalışmaları ÖNCÜ olmuştur.

5- Günümüz haber literatüründe kullanılmakta olan “5N 1K” (ne, nerede, neden, ne zaman, nasıl ve kim) soru formatının ilk örneği olarak Laswell iletişim modeli kullanılmıştır.

* İletişimin 3 İşlevi Vardır.
İletişim ardışık, zincirleme yani birbirini takip eden ve tamamlayan bir süreçtir.
a- Çevrenin gözetlenmesi.
b- Toplumun parçaları arasında bütünlük sağlanması.
c- Kuşaklar arası kültür aktarımının sağlanmasıdır.

3- HİPODERMİK İĞNE ya da SİHİRLİ MERMİ KURAMI

* Güçlü etkiler dönemi için temel modellerden biridir.
* İletişim doğrusal bir nedenselliğe dayanır, yani kaynaktan gelen mesajı alıcının davranışları etkiler.
* Kitle iletişim aracı o kadar güçlüdür ki o iletisini iletmek istediği ilgili bireyi bulur, ona ulaşır ve onu etkiler. Belirlenmiş bireyi bulur ve doğrudan etkiler.
* Bu yaklaşım siyasal iletişime en yakın yaklaşımdır. Çünkü bu yaklaşımda, ileti ulaştığı insanların çoğunda herhangi bir etki yapmadığı halde, belli bir beklenti ve arayış içinde olan insanlarda büyük bir etki yaratabilmektedir.
* Daha çok tüketici eğilimleri (reklam sektörü)  ya da oy eğilimleri (siyasal alan) için ABD ‘de kullanılmıştır.
* Bu çalışmalar daha çok ETKİ üzerine yoğunlaşmıştır.
* Bu çalışmalar vakıflar tarafından yönlendirilmektedirler. Örneğin Rockefeller Vakfı bu tür çalışmalar yaptıran dünyada birçok hususta ve hatta yönetimler üzerinde dahi söz sahibi olan bir vakıftır.
* Bu kuram ile vakıflar, şirketler ve benzeri kuruluşlar kendi ticari çıkarları için iletişimde etki yaklaşımını kullanmaktadırlar.

* 1938 CBS radyosunda Dünyalar Savaşı isimli bir radyo tiyatrosu yayımlanmıştır. Korku ile iletişim arasında bir bağ var mı bu husus araştırılmıştır.
* Bu araştırmaya göre; ölüm, özgüven, dini inanç gibi hususlarda iletişimin etkili olduğu tespit edilmiştir.
* insanlar güvendikleri kişilere daha çabuk inanırlar, kaynağa bakarak eğer tanıyıp güvendikleri biri ise bu takdirde ondan gelen iletiye güvenleri artar.
* Güvenilmeyen kişilerden gelen mesaj daha az etki yaratır.

* MUZAFFER ŞERİF; grup ortamı ve etki alanı arasındaki ilişki hakkında deneyler yapmıştır. Buna göre birey bir gruba girdikten sonra o grubun hareketlerine uyarlar.

** Bu çalışmalar etki üzerine giderek yoğunlaştıkları için önemlidir.
** Bireyler edilgen alıcılardır. Gelen mesajlara karşı savunmaları yoktur.
** Tüm bu etki çalışmaları bireyi pasif, etkisiz, müdahaleye açık, etkilenmeye müsait kabul etmektedir. Bu nedenle kitle iletişim araçlarının güçlü yapısı üzerinde durulmaktadır.

4- SHANON VE WEAVER’IN ENFORMASYON KURAMI
Güçlü etkiler dönemi için temel modellerden biridir.
Shannon-Weaver modeli (1949), Enformasyon Teorisi veya Matematiksel İletişim Kuramı olarak ta isimlendirilmektedir. 
Shannon ve Weaver tamamen yeni bir yaklaşımla;  insanlar arasındaki iletişimin makineler için de uygulanabileceğini söylemişlerdir.
Bu modelde pozitivizmin deneyci bilim anlayışından oldukça etkilenmiştir.
İletişimin teknik bir yöntemini bulmaya çalışmışlardır.

Model şu çizgiyi takip eder:

Açıklama: https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiKdMZA_dvoeIgb1OtH4Tuek8NGAoVYv60bFsFjYK72FFvQdWQmqs3VymkJx-igdoNEDHC3cjlrwSdrRG5fevOO99kY-f1BIgksRGFGvd8sV9-IB1RZgrYQM2VLbMpFvUweDS2gMtgzvUQ/s400/shannon.jpg

Bu model; iletişimin, bir kaynaktan gönderilen enformasyonun, bir aracı alet tarafından belli bir sinyal kullanılarak, hedefe ulaştığını belirtir. Burada kaynak, karar alıcı bir konumdadır. Yani iletişimi başlatan asıl kişi veya kurumdur. Kaynak istediği bir bilgiyi, istediği bir hedefe iletmek arzusunu duyar. Bu kaynak, bir kişi olabildiği gibi resmi bir kurum da olabilir.
Kaynak, seçtiği mesajı bir araç yardımıyla iletir. Bu araç iletici veya göndericidir. Karşılıklı konuştuğumuzda bu araç ses telleri iken, TV yayınında Televizyon Kanalının göndericisi antenidir. Hangi araç olursa olsun, ilk kaynaktan gönderilen mesaj bir şekilde sinyal haline gelir.
Bilgi kaynağından yola çıkan ileti ile hedefe ulaşan ileti arasındaki farkı yaratan faktörler, gürültü olarak adlandırılmaktadır. Modelde gürültü faktörü iletişim sürecinde önemlidir; çünkü iletişim sürecinin tam ve doğru işlemesi gürültü faktörüne bağlıdır. Gürültü genelde yapay olarak ortaya çıkan ve insanı rahatsız eden sesler olarak tanımlanırken; teknik olarak gürültü, anarşik ses dalgalarının üst üste gelmesi olarak tanımlanmaktadır.
Modelde önemli olan kavram ise gürültüdür. “Gürültü”, iletişimin sağlıklı olarak gerçekleşip gerçekleşmediği hususunda direkt etkisi olan ve herhangi bir istenmeyen sinyaldir. Örneğin, bir telefon cızırtısı, konuşmanın anlaşılmamasına veya yanlış anlaşılmasına neden olur. TV karıncalanması gibi bu gürültü örnekleri, mesajın, hedefe eksik ulaşmasını sağlar. Gürültü modelinin en temel araştırma konularından biridir ve yeni bir kavramdır. 
Burada iletişim tek yönlü ve doğrusaldır. Geri besleme yoktur. Karşı taraf cevap verdiğinde bu kez alıcı verici olmuş olacaktır. Her iletişim yeni bir iletişimdir.
Anlam üzerinde durmaz sadece mesajın ulaşması önemlidir.
Kodlama ve kodaçımı ile de ilgilenmez.
Bu iletişim yaklaşımında etki önemli değildir. İletişimi sekteye uğratabilecek tek unsur gürültüdür.

Redundancy: Gürültünün az ve enformasyonun çok olduğu durumlarda söz konusudur. Daha iyi bir iletişim söz konusudur.

Entropy: Eksik enformasyon iletimi demektir. Yani bilginin tam olarak karşı tarafa iletilememesidir. İletişim istenilen düzeyde gerçekleşmemiştir.

Gürültünün çok olması ile iletişim başarısız oluşa kaynak iletiyi tekrar eder. İletişimin başarılı olması gürültünün az olmasına bağlıdır.
          Güçlü etkiler dönemi bu yaklaşım ile son bulmuştur.
GÜÇLÜ ETKİLER DÖNEMİNİN SORUNLARI (ss)
1- Bu çalışmalar finansal destekli çalışmalardır. Vakıflar veya finans şirketleri parasal destek sağlamışlardır. Amaç kitle iletişim araçlarının etkilerini kendi ticari veya ideolojik amaçları doğrultusunda kullanmaktır.
2-  Yöntem-bilim yetersizdir.
3-Tutarlı bir yöntem yoktur. Güvenilir sonuçlar ortaya konulamamıştır. Finansmanı sağlayan şirket veya vakfın isteklerine göre çalışmaların sonuçlanması, sonuçların güvenilirliğini zedeleyen en önemli hususlardandır.
          Yine çalışmalarda standart bir yöntem olmaması ve laboratuvar üzerinde yapılan çalışmalar genellenebilir olmadığından güvenilebilirliği bulunmamaktadır.
4- Pavlov ve köpeği ile ilgili çalışma sonrası ortaya konulan bir etki her zaman bir tepki doğurur düşüncesi vardır ve bu düşünce çalışmalarda çok etkilidir.
5- Bu dönemde yapılan farklı çalışmalar güçlü etkiler yaklaşımınca reddedilmiştir ve bu da yaklaşımın kendi eksikliklerini görmesi veya kendini geliştirmesinin önünü kapatmıştır ki bu bir sorun teşkil etmiştir.

SINIRLI ETKİLER DÖNEMİNİ
II. Dünya savaşından sonra yapılan bu çalışmalar ile birey kavramı ön plana çıkmış ve liberal anlayış ile sınırlı etkiler dönemi ortaya başlamıştır.

1- İKİ AŞAMALI AKIŞ MODELİ

Lasswell ve sonrası çalışmalar I. Dünya savaşı ile kitle iletişiminin (gazete, radyo gibi) insanlar üzerinde etkili olduğunu gösteriyordu.
II. dünya savaşından sonra 1940 ve sonrası ABD’de yapılan özellikle seçimlere ilgili olarak iletişim alanındaki Lazarsfeld ve arkadaşlarının araştırmaları ise kitle iletişiminin insanlar üzerinde etkili olmadığını gösteriyordu.
Bu akış modeli ile güçlü etkiler döneminden sınırlı etkiler dönemine geçilmiştir.
Paul Lazarsfeld ve Elihu Katz’ın ortaya koyduğu “iki aşamalı akış modeli“ olarak bilinen, bireylerin bir ürünü tüketme ya da oy verme/vermeme kararını (seçim) yönlendiren sürecin sosyolojik açıdan incelendiği kuramdır.

Lazarsfeld ve Katz bu kurama göre iletişim akışını iki aşamalı süreç olarak incelemişlerdir;
Birinci aşamada; kanaat önderleri yani kitle iletişim araçlarından yararlanan bilgi edinmiş bireyler bulunur. İlk bilgi bu kişilere gelir.
İkinci aşamada; kitle iletişim araçlarına bağlı olmayan yeterince bilgi edinememiş kişiler bulunur. Bilgiler direkt bu kişilere gelmez, ilk olarak kanaat önderine gelen bili daha sonra onlardan bu bireylere gelir.

İki Basamaklı Akış: Gönderen mesaj ve alıcı modelinde, akış tek basamaklıdır. İki basamakta, araya “kanat önderi” denen aracı girer; böylece enformasyon ve etki akışı bu kanat önderinden geçerek gerçekleşir.

Kanaat önderi: İletişimde en önemli rol oynayan grup üyesi olarak düşünülebilir. Kanaat önderleri geleneksel güç sahipleri ile bir tutulmamalıdır. Araştırma bulgularına göre, kanaat önderleri her statüdeki kimseler olabilir. Kanaat önderleri, kitle iletişim araçlarını önder olmayanlardan daha çok kullanırlar; konumları ile ilgili iletişim içeriğini seyreder, okur, dinler ve iletirler.
Toplumdaki bazı kişiler, özellikle önderler, diğer üyelere medyadan daha fazla ileti üretmektedirler. İletiler diğerlerine ulaşmadan önce bu önderler tarafından “süzülmektedir.”
Kitle iletişim aracından verilen mesaj, doğrudan bireye gitmeden önce fikir liderlerine ya da grubun sözcüsüne ulaşarak bir kırılmaya uğrar. Bu kırılma sonucunda sözcünün de etkisiyle mesaj kabul ya da reddolunur. Burada fikir liderinin önemi ortaya çıkar ve mesaj bu şekilde iki aşamada akışkanlık kazanır.

Paul Lazarsfeld “Halkın Tercihi” isimli çalışması kitle iletişim araçlarının sanıldığı kadar güçlü olmadığını tespit eder.
Paul Lazarsfeld’in “Halkın Tercihi” Çalışmasına Göre Yapılan Bazı Tespitler:
1- Toplumu oluşturan bireyler farklı deneyim ve birikime sahiptirler. Bu bakımdan bireyler tek tip değillerdir ve iletişimin etkisi de her birey için farklıdır.
2- Toplumda bireyler izole edilmiş, kopuk şekilde değil, etkileşimde bulunan toplumsal grupların üyeleri olarak yer alır. Bireyler, toplumsal dokudan yalıtılmış ve parçalanmış değildirler. Her birey, farklı grupların (birincil, ikincil) bir parçasıdır.
3- Kitle iletişim gönderisine bireyler tarafından tepki ve cevap anında gerçekleşmez. Toplumsal ilişkiler aracılığı ile aktarılır ve bunlar tarafından etkilenir.
4- Bireylerin bazen kendilerine göre daha birikimli, deneyimli ve entelektüel olduğunu kabul ettikleri kanaat önderi denilen kişilerle bazen de bu kanaat önderleri yerine sivil toplum örgütleri ile görüştükleri ve bilgi alış verişinde bulundukları tespit edilmiştir.
5- Bu süreç re’sen yani kendiliğinde doğal olarak gerçekleşen bir süreçtir.

Lazarsfeld’in bu çalışmaları ile açılan yolda yeni araştırmalar yapılmıştır.
Elihu Katz “Kişisel Etki Yaklaşımı” Çalışmasında:
Daha çok yüz yüze iletişimin etkilerini araştırmıştır. Buna göre yüz yüze iletişimin kitle iletişim araçlarından daha etkili olduğunu tespit etmiştir.
Kitle iletişim araçları vasıtası ile kurulan iletişimde kanaat önderleri veya sivil toplum örgütlerinin etkileri vardır ve onlar nedeni ile iletişimin etkisi azalır.
Bu çalışmalar Lazarsfeld’in çalışmalarını destekler niteliktedir.

Lazarsfeld’in “Oy Verme Araştırması”:

Lazarsfeld’in “Oy Verme Araştırması”; yine kendinin “Halkın Tercihi” isimli başka bir çalışmasını destekler niteliktedir. Buna göre, kitle iletişim araçları ile gelen iletiyi bireyler bir söylenti şeklinde değiştirerek yani iletiyi değiştirerek iletişime sokarlar.

Paul Lazarsfeld ve arkadaşlarının yaptığı çalışmalar ile;
Paul Lazarsfeld, 1940 ABD başkanlık seçimlerinde oy verme tercihlerinin nasıl oluştuğu üzerine yaptığı araştırmada, kitle iletişim araçlarının, insanların seçim davranışlarına çok az etkide bulunduğu saptanmıştır.
Seçmenlerin oy verme kararlarının şekillenmesinde kişisel etkiler daha fazladır. Bir başka ifade ile araştırma sonuçları başlıca kitle iletişim araçları olan gazete ve radyonun oy verme veya fikirler üzerinde belirgin etkileri olmadığını söylemektedir.
Sonuç olarak Lasswell’in ortaya koyduğu “etki” kuramı, Lazarsfeld tarafından yapılan araştırmalar ve tezler sonucunda çürütülmüştür.
Kitle iletişim araçları (TV, radyo, gazete) kişiler üzerinde 2.Dünya Savaşı ve 1940 ABD başkanlık seçimleri gibi Lazarsfeld’in yaptığı araştırmalar sonucunda, Lasswell’in ortaya koyduğu bireylerin pasif izleyici / okuyucu / izleyici olmadıkarını belirlemiştir. Tersine bireylerin aktif oldukları,  içinde bulundukları sosyal grup ve normları, kültürleri, demografik özelliklerine göre kitle iletişim araçlarından gelen mesajları kendi süzgeçlerinden geçirerek karar verdiklerini kanıtlamıştır.

2-  MEAD NEWCOMB’UN ABX DENGE MODELİ
Kitle iletişim alanında önemli bir kuram olan ABX Denge modeli, Theodore Mead Newcomb tarafından ortaya atılan üçgen biçimde tasarlanan bir iletişim modelidir. Modelin temelini insan iletişiminin belirli bir dengeye dayandığı görüşü alır. Daha çok kişiler arası iletişim sürecini açıklar.
Newcomb, tarafından ortaya atılan bu kuramın temelinde 1950’li yıllarda oldukça popüler olan ve davranışçı okul olarak bilinen sosyal psikoloji yatmaktadır.
Pozitivizmin açtığı yoldan ilerleyen ve bireyin toplum içindeki davranışlarını bilimsel metotlarla açıklama eğilimde olan görüştür. Kuşkusuz bu dönemin en belirleyici modeli, ABD’li sosyal psikolog Leon Festinger tarafından ortaya atılan Bilişsel Çelişki Kuramıdır.
Fritz Heider, çalışmalarında insan davranışlarının nedenlerini bulmaya çalışmıştır. Ona göre her insanın davranışlarını açıklamak için genel bir kuram olması gerekiyordu. Bu evrensel kuramın ortaya konulması, sosyal ilişkilerinde daha kolay çözümlenmesini sağlayacaktı.
Fritz Heider, iki insan arasındaki ilişkinin üçüncü bir nesne (kişi, konu vs.) ile doğrudan ilişkili olduğunu ve bunlar arasında bir dengenin bulunması gerektiğini belirtmiştir.
Örneğin bir kişi x nesnesine olumlu bir bakışı varsa, başka bir kişiyle sağlıklı bir iletişim sağlaması için, diğer kişinin de x nesnesine karşı olumlu görüşler taşıması gerekir.
Denge Kuramının temeli, Bilişsel Çelişki Kuramına göre, insanların kendi iyilikleri için en doğru olanı değil en yararlı olanı seçmesi üzerine kuruludur. Ahmet veya Mehmet, haksız olduğu için değil, arkadaşlıklarının devam etmesi (veya bunun ona yarar getirmesi) için düşüncelerini değiştirecektir.
Newcomb’un modeli Fritz Heider’in modeline oldukça benzer. Daha çok ABX Denge Modeli olarak bilinen metotla sosyal psikolojiyi kitle iletişimi ile ilişkilendirmiştir.
Açıklama: https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEh9Dx2Q2jqdvmCY-mkbBJ69pdVH3VKBWEooeN-SyTS2H53XLrho73VFWfq9GJfkyQmDP2KtB2EoU1jdal9zY3gNkchBNLoEFF9VgWCTLPECDghxFT38JE46IJzhQDu499rSAEHEgwODUPk/s320/ABX+Modeli.jpg

ABX modeli üçgen biçimde bir modeldir. A ve B bir kişi veya gruptur. X ise bir nesneyi temsil eder. Nesne, farklı bir kişi veya görüş de olabilir. Burada önemli olan dengedir. A ve B’nin sağlıklı bir iletişimi için mutlaka X hakkında ortak görüşe sahip olmaları gerekir. Eğer A veya B’den birinin görüşü değişirse diğeri de görüşünü değiştirecek ve sistem dengede kalmaya devam edecektir.
Örneğin Ahmet ve Mehmet sigaradan nefret ediyor ve sigara içenlerle aynı ortama bile girmiyorlar diyelim. Ahmet sigaraya başlarsa, Mehmet’in davranışı nasıl olur? Denge modeline göre Mehmet ya sigaraya başlar ya da sigara içen biriyle aynı ortamda bulunmama fikrinden vazgeçer. Her iki durumda da iletişim devam eder. Peki, modeldeki X değişirse ne olur? Bu durumda A ve B ortak bir karar alma eğilim gösterir. Örneğimizdeki X, yani sigaranın devlet tarafından yasaklandığını varsayalım. Bu durumda sigarayı kaçak olarak temin edip etmeme veya sigarayı içip içmeme iki arkadaşın ana gündem konusu olacaktır. Denge mutlaka sağlanacak ve iki arkadaş ortak bir görüşe varacaktır.
Modelin sağlıklı işleye bilmesi için A ve B kadar X’in de önemi vardır. X mutlaka A ve B için aynı öneme sahip bir konu olmalıdır. Örneğin Ahmet için Ali ile görüşmek veya görüşmemek, çok da önemli değil, ancak Mehmet için hayati önemliyse denge sağlama unsuru sağlıklı olmayabilir. Aynı şekilde Ahmet ile Mehmet arasındaki arkadaşlık bağının iki taraftan biri için önemsiz olması da dengeyi bozacaktır. Kısacası model 3 kavramında birbirleri için önemli olduğu üzerine kurulmuştur.
Örneğin bir siyasi partinin 2 seçmeni birbirleriyle ve parti ile olumlu düşüncelere sahipse denge sağlanır. Oysa parti hakkındaki bir konuda olumsuz tarafa düşen olursa sistem dengesini kaybeder. Bu durumda olumsuz duruma düşen kişinin görüşlerinin değiştirilmesi için çabalanmalıdır. Eğer parti yani X bir konuda tamamen farklı bir davranış ortaya koyarsa A ve B ortak hareket edip X ile olan görüşlerini yeniden sorgular. Burada asıl sorun A ve B’nin mi yoksa X’in mi değişeceğidir. Modele göre mutlaka denge sağlanacaktır.
Newcomb’un modelleri sosyal iletişim konusunda oldukça etkili olmuştur.

3- FESTİNGER – BİLİŞSEL UYUM KURAMI

1950’li yıllarda insanların algılarını anlama ve davranışlarını açıklamaya yönelik çalışmalarda ortaya çıkan en önemli kuramlardan biridir.
Bilişsel uyum kuramına göre insanlar davranışlarını ve düşüncelerini önceki değerlerine göre belirler.
Kişiler, kendi inançları için sonradan ortaya çıkan uyumsuzlukları kabul etmeme iradesini gösterebilir ki bu çok doğaldır. Bir konuya tam olarak inanıyorsa o durum yanlış olma ihtimalini düşünmek bile istemez. Gerçeklerle yüzleşmekten ya kaçar ya da saldırgan bir tavır ile düşüncelerini savunmaya geçmektedir. Karşıt görüş hiç var olmamış gibi davranıp kendini kandırmaya devam edecek veriler bulur ancak bunu yaparken kendini kandırdığını fark etmeyecek kadar başarılıdır. Bu tutumun birkaç adım ötesi ise sadece karşıt görüşü çürütmek istemesi değil onu yok etme arzusu içine girmesidir. Bu kendine yapılmış saldırıdır.
Bireyler inandıkları şeyleri korumak için karşıt görüşleri sansürlerler. Sadece inandıkları değerleri seçerler ve onları koruma eğilimi gösterirler. Bu değerler içerisinde bir seçim yapılacaksa rasyonel aklın seçtiği değil kendi görüşlerine en uygun olanı seçeceklerdir. Bu seçimde aslında bir başka olayın açıklayıcısı olabilir her bireyin aslında pragmatik davranışlar sergilediği gerçeğidir.
Kitle iletişim araçları tarafından gönderilen mesaj kişilerin tutum ve davranışları ile uyumlu değil ise:
1-   İnsanlar kendi düşünceleri ile uyumlu olan mesajları alırlar.
2-   İnsanlar kendileri ile çelişen mesajları reddederler.
3-   Kendileriyle uyumsuz olan mesajı kabul edip kendi tutum ve davranışlarını aldığı bu mesajla uyumlu hale getirirler.

4- ALGI SEÇİCİLİĞİ MODELİ

Seçici Maruz Kalma

İnsanların kendi duygu ve düşünceleri ile uyumlu olmaması nedeni ile istemedikleri televizyon kanalını izlememesi, istemediği dergi veya gazeteyi okumaması durumu seçici maruz kalma durumudur.

Seçici Hatırlama

İnsanlar medyadan edindikleri enformasyondan veya düşüncelerden sadece istediklerini hatırlarlar, duygu ve düşünceleri ile çok uyuşmayanlarını yani istemediklerini hatırlamazlar. Bu durum seçici hatırlamadır.